Kendi iyiliğim için, başkasının iyiliği (1)

YAYINLAMA: 10 Mart 2021 / 19.40 | GÜNCELLEME: 10 Mart 2021 / 19.40

İnsan yapısı ve genetiği, çevreye, doğaya, insana ve canlılığa; neşe, coşku, sevinç, iyimserlik ve güven katmak istemine uygun gelişmiştir. İnsan, dostluk kurmaya, sevilme ve sevmeye uygun gelişim sağlamıştır. İnsanın üretkenliği ve verimliliği ise insanın bu halleri sahip olması ile doğru orantılı olduğu söylenebilir. Hatta insanı sarmalayan bu sevindirik, iyileştirici, keyifli, tebessümlü, hoşgörülü ruh durumunun yansımasını: etraftaki çiçek, bitki, kuşlar ve doğada bile hissedebiliriz. Biz iyi haldeysek, her şey bize daha güzel ve daha anlamlı gelir; iyileştirici ve geliştirici gücümüz daha da uzar.

Bizde  etkisi çivili kalan, bol kahkahalı ve fırtınalı gülümsemelerdir, gözde sevinç,  yüzde mavi ışıltı saçan anlardır. Bizde asıllı kalan bu güzel duyguların etkisi, sadece hatıra, haz ve deneyimle sınırlı değildir. Benliğimize iz bırakan bu hoşnut ve keyifli anlar, benliğimize mizah seli etkisi yaparken, sanatçı yanımızı, iyimserlik güdümüzü büyütür.

İnsan doğası gereği tek başına iyi olamıyor,  tek başına gülemiyor, neşelenemiyor, üretemiyor; yalnız başına doğal dengeye yanıt olamıyor, hatta tek başına iyilik bilmiyor; çünkü insan genetiği ve doğası gereği kendi dışındakilerle var.

 İnsan sosyalleştikçe, iyilikten yana hakkını kullanınca, doğrulukta diretince, hak yemeyince, işbirliği yapınca ve yararlı olduğunu düşününce mutlu, umutlu  olabilir. “Hak yiyen de hakkını yediren de bizden değildir” sözüne atıfta bulunmaya da ihtiyaç var. Başkasının yaşamını, haklarını, özgürlüğünü, kimliğini, inancını, kültürünü, değerlerini, emeğini koruyunca ve “kendi gibi olmayanı” saygı içinde karşılayınca güvende olabiliyor toplumlar.

Birlikte var olduğumuz tüm doğal dengeleri koruyarak, tüm canlıların yaşamsal koşullarını kollayarak güven hissedebilir bedenlerimiz. İnsan ve doğanın temel değerleri, tabiat varlıkları ile hep etkin ve pozitif bir ilişki içinde olmuşlardır. “Var olma” ve “biribirini tamamlama” döngüsünün zaruriyeti göz ardı edilemez bir realitedir.

Pozitif bilim, yaşam abideleri, kültürler, uygarlıklar, tarihi birikimler, inançlar, mezhepler, özgürlük mücadeleleri, demokrasi, insanlık hareketleri, çevresel ve doğaya duyarlılık birikimleri belki de evrende var oluşun kaçınılmaz sonucudur.

 Hastalıklar, ölüm, doğal afetler, acılar, yokluklar, zorluklar her dönemde yaşandı ve yaşanmaktadır. İnsan, kaos, kaotik, belirsiz şartlara rağmen yaşama isteğinden ve yaşama sevincinden ve hayatta durma kararlılığından asla vazgeçmedi. İyilik ve doğruluktan vazgeçmeyen, iş birliği yolunda hayat tercih edenlerin, umutlu olmayı daha becerdiklerini geçmiş ve insan deneyimleri doğrular niteliktedir.

Her zorluk, güçlük, yetmezlik, bela, korku ve kaygıya rağmen; dayanışmanın, işbirliğinin, ortaklaşmanın, güvenin ve “esas olanda” ısrarın doğal dengemize pozitif kazançlar sağladığını da bilir insan. Bu öğrenilmişlik, baharın gelişi gibi yaşam isteğimizi hep canlı tutar.

 İnsan anlamak, kavramak,  yorumlayabilmek, bilmek, gelişimleri muhakeme edebilmek için didinip durmaktadır. Biliyoruz ki: Geçmişin birikimi, keşifler, bilimin mirası olmadan geleceği doğru ve kolay inşa edemeyeceğiz. Keşifler yapan coğrafyacılar, tarihçiler, botanikçiler, biyologlar; filozoflar, sosyologlar, antropologlar ve bilim insanlarının referansları; belirlemeleri ve araştırmaları varoluşumuza hep güç katmış ve yolumuza ışık olmuş, bir çok merakımızı gidermişlerdir.

Ortak geleceği inşa ederken, “kendi iyiliğim için, başkasının iyiliği” duygusunun hayatta karşılık bulmasında aramalıyız. “Kendimiz için olan her şey, herkes için olmalıdır.” Doğaya uyum yasasını da bu şekilde algılayabilmeliyiz. İyiyi aramak, doğruya ulaşmak, ahlaklıda ısrar etmek; baharın tarlasında renklenmektir. Birilerini küçümseme, hizaya sokma, haddini bildirme, şiddet (dili)sarmalı, birilerinin sevincini kursağında bırakma ve huzur kaçırma isteği, yok sayma, öteki yapma!  Tüm bunlar “modern çağımızda” açığa çıkan yetmezlik, güçsüzlük, beceriksizlik ve darlaşmanın sonuçları değil mi? Unutmayalım ki; bir toplumda bir birey aç, susuz, umutsuz, mutsuz, tedirgin, belirsiz ve işsiz yaşıyor ise, “hiç birimiz tek başına”  keyifli, güven içinde, mutlu, sevinçli, özgür, coşkulu olamıyoruz. Boşun dememiş üstadlar:  “Mutlu toplum, mutlu birey” Sürecek.

Kendi iyiliğim için, başkasının iyiliği (1)