Dizilerdeki polis şiddeti gerçeği yansıtıyor mu?
İzleyici olmak, birçok açıdan ekrandaki karakterle aranızda bir bağ kurmanızı sağlar. Çoğu zaman gönül bağıyla bağlandıklarımız, mağdur olanlardır. Hal böyle olunca, senarist size adaleti göstermek için, canınızı yakan suçluya acı çektirir. Bunun çoğu zaman polisler eliyle yapıldığını görüyoruz. Peki gerçekte durum nasıl, gerçekten de suçluları polisin hırpalaması gerekli mi?
***
Kolluk kuvvetleri, toplumsal düzenin sağlanması için son derece önemli unsurlardır. Toplumdaki güç dengesini, devletin eli olan kolluk kuvvetleri sabit tutar. Bu noktada, kolluk kuvvetleri arasından televizyonlarda sürekli gördüğümüz polis teşkilatı üzerinde duracağız. Polislerin yaptığı iş ve işlemler, zannedildiği şekilde keyfi ve serbest şekle tabi değildir.
Ülkemizde kolluk kuvvetlerine duyulan derin saygı ve sevginin temelleri, ilk Türk devletleri dönemlerine kadar dayanır. Milletimizin binlerce yıldır genel itibariyle askerliğe yatkın olması, bunda büyük rol oynamaktadır. Türk Polis Teşkilatı’nın bir kolluk kuvveti adıyla kuruluşu, 1845 yılında olmuştur. O zamandan bu yana, Polis Teşkilatı toplumsal düzenin temel taşı olarak yerini almıştır.
***
Bugün dizi-film sektörü oldukça gelişmiş olup bu sektöre olan ilgi pandemi ile birlikte zirveye ulaşmıştır. Kurgusal içeriklerdeki karakterlerle kurulan psikolojik bağın, kişilerin psikolojisi üzerinde ne kadar etkili olduğuna ilişkin onlarca tartışma ve araştırma hala daha devam etmekte. Ancak bize göre, dizi-filmlerde görülen şiddet de gerçekliğin içindedir. Bu nedenle, prodüksiyonları şiddetten arındırılmış yayınlara zorlamak, gerçekçi olmayan işlerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Bu da şüphesiz, seyir zevkini azaltacaktır.
Son durum ele alındığında, teknolojik gelişmeler ve dizi-film sektörünün gelişmesiyle hayatın içinden alıntılarda, polis de yer almaktadır. Polisin çoğu zaman şiddetle özdeşleştirilmesi de bu nedenle olmuştur. Polislerin soruşturmalardaki görevi, Cumhuriyet Savcılığının talimatlarıyla ve kanunlarla sınırlı şekilde gerçekleşir. Bir suç oluştuğunda, polis olayla ilgili araştırmayı yürütür ve muhtemel şüphelilerle tanıkların ifadesine başvurur. Bundan sonrası, tamamen adli makamların tasarrufundadır. Bu ifade alımları sırasında, polisin herhangi bir vatandaşa şiddet göstermesi söz konusu bile değildir.
Polis tarafından yapılan iş ve işlemler, mahkemelerin maddi gerçeğe ulaşma çabasını nihayete erdirmeye yönelik çalışmalardan ibarettir. Bu durumda kolluk kuvvetinin, suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşmemiş şüphelilere ya da tanıklara dizi ve filmlerde gösterilen şekilde şiddet göstermesi mümkün değildir. Kaldı ki, bir suçu işlediği sabit olup hapis cezası infaz edilen kişilere karşı da şiddet gösterilemez. Peki bu durum vicdanımızı sızlatmalı mı? Halk perspektifinden bakıldığında, doğal olarak mağdurla özdeşleşme hali daha yoğun olduğundan, soruşturma ve kovuşturma sonucu cezalandırmasına hükmedilen kişinin cezalandırılması sırasında fiziksel acı duyması da bekleniyor. Bu bakış açısının neden oldukça yanlış olduğu, başka bir yazının konusu olabilecek kadar geniş. Bu nedenle, bu noktada bir virgül koyuyoruz.
***
Konumuzun esasına dönersek, ifade alan polislerin sandalyeleri kişilerin belinde kırdığı sahneler gerçeği yansıtmıyor. Bu mesele hem mevzuatımız ve Anayasamız hem de tarafı olduğumuz sözleşmeler ile düzenlenmiştir. Bu uluslararası sözleşmelerden en popüleri olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir. Sözleşme’nin 3. maddesindeki işkence yasağı, 6. maddedeki adil yargılanma hakkı ve 7. maddedeki kanunsuz ceza olmaz ilkesi, bu husustaki düzenlemelerden bazılarıdır. Günümüz dünyasında cezalandırmanın amacı kişilerin ıslahı ve topluma yeniden kazandırılmaları olduğundan, aksettirildiği şekilde şiddet uygulanması daha yanlış sonuçlar doğmasına sebep olacaktır. Şiddetten arınmış bir toplum dileğiyle…