Bedensel ceza vermek adaleti sağlar mı?

YAYINLAMA: 01 Aralık 2021 / 18.12 | GÜNCELLEME: 01 Aralık 2021 / 19.35

Bedensel ceza özet olarak, faile işlediği suça karşılık müeyyide olarak fiziksel acı çektirilmesi olarak tanımlanır. Mağdur olan ve/veya suçtan zarar görenler taraf, adaletin tecellisi için failin fiziksel acı çekmesini dilemektedir. Bu husus, toplumsal olaylarda gözle görülür derecede açık bir tepki haline geliyor. O halde neden bedensel cezayı kanunlarımıza eklemiyoruz?

***

Cezalandırmanın amacı, tarihsel süreçte farklı şekillerde düzenlenmiştir. İnsanın, insan olmaktan kaynaklı doğası, ilk olarak intikamı öngörür. Bu “göze göz, dişe diş” uygulaması, ilk olarak Hammurabi Kanunları ile resmiyete dökülmüştür. Kanunun tarihçesi, milattan önce 1700’lü yıllara dayanmakta olup yazılı şekle tabi olan en eski kanunlardan biri. Bu kanunun uygulanma şekli, tamamen kısas yoluna bağlıdır. Birinin evini yakarsanız, devlet evinizi yakar. Birine tokat atarsanız, aynı şekilde tokatlanırsınız. Adalet bu mudur?

***

Adalet kavramı, oldukça yoruma açık ve öznel bir kavramdır. İnsan mağdur taraf olduğunda, adaleti sağlamaya çalışmaz. Örneğin; ömürlük birikiminizi sizi dolandırarak elinizden alan birinin ölmesini istersiniz. Oysa etik adalet, malınızın alınıp size geri verilmesidir. Pratikte olması gereken, sizi suç işlenmeden önceki halinize mümkün mertebe geri döndürmektir. Ancak kayıplarınız iade edilse bile, kandırılma hissi can yakar. Bu durumda, faili cezalandıran el, elbette ki devlettir. Bu durumda adil olana karar vermek için, mağdurun gözünden baktığımız gibi failin gözünden de bakmak gerekli. Bu nedenle, mahkemeler bağımsız ve tarafsız olmalıdır. Her ne kadar ceza yargısında avukat sanığı müdafaa eden, savcı sanığı suçlayan olarak görünse de, işin gerçeği bu değildir. Böyle olması halinde, toplumun büyük bir kısmını hapishanelere yollamak gerekirdi. Ceza yargısının ve unsurları olan hakim-savcı-avukatın tek amacı, maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu nedenle modern ceza yargısında, her şeyden önce sanığın şüpheden uzak şekilde suçu işleyip işlemediği araştırılır.

***

Varsayalım ki, fail gerçekten cinsel saldırı suçunu işlemiştir. Yapılan yargılama sonrasında maddi gerçeğin böyle olduğuna hükmedilmiş olsun. Şu durumda, son günlerde oldukça fazla dile getirilen “tecavüzcüyü kısırlaştıralım” yaklaşımı ne kadar doğrudur, tartışmak gerekir. Şöyle ki, her ne kadar gerek siyasiler gerekse hukukçu olmayanların öfkeyle meydanlarda hadımlık cezasını övdüğü görülse de, bu işlemin Türk hukukuna eklenmesi mümkün değildir. Hadımlaştırma olarak bilinen kimyasal kastrasyon, uygulandığı kişinin cinsel dürtülerini büyük oranda yok etmeye yöneliktir. Bunun geri dönüşü imkansız bir yol olduğunu ve çoğunlukla amacını aşarak, örneğin erkek kişilerde kadınlık hormonlarını harekete geçirdiğini bilmek gerekli.

***

Bedensel ceza, uluslararası sözleşmelerle birlikte ulusal kanunlarımızda da yasaklanmıştır. 5275 Sayılı Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “İnfazda Temel İlke” başlıklı 2. maddesinde de, …Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Bu nedenle, 21. Yüzyılda Türk hukuk sisteminde böylesi düzenlemeler yapılması olası görünmemektedir.

***

Ceza yargılaması, masumiyet karinesi gereğince, her zaman failin suçu işlememiş olması ihtimali üzerinde durmaktadır. Binlerce yıllık hukuk sistemi gelişimi, meyvelerini yakın zamanda vermiştir. Bu nedenle, modern ceza sistemlerinde telafisi imkansız cezalar verilmemesi yoluna gidilmiştir.

***

Eldeki delillerle ulaşılan maddi gerçeğin, kişinin cinayet işlediği yönünde olduğu birçok olayda, kişi idam edildikten sonra katilin kendisi olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu durumda, hayata geri dönüş de mümkün olmadığı için, muhtemel adalet uğruna en değerli olan yaşam hakkı alınmış olmaktaydı. Bedensel cezaların da bundan kalır yanı yoktur. Birtakım hukuk sistemlerinde bedensel cezalar, daha hafif, örneğin kırbaçlama şeklinde de ortaya çıkmaktadır. Bu uygulama dahi, vücutta kalıcı iz bırakıp onur kırıcı ceza statüsündedir.

***

İnsanın insanı yargılaması tarihin en tartışmalı hususlarından. Birçok sosyolog, felsefeci ve hukukçu bu konuda bilgi birikimlerini ortaya koymuştur. Krallara gücün Tanrı tarafından verildiğine inanılan toplumlarda, ilahi adaleti kralın yerine getirmesine doğal olarak itiraz edilmiyordu ancak geldiğimiz noktada böylesi bir durum da mümkün değildir. Bir yargılamanın gerekli olduğu günümüzde tartışmasız olsa da, telafisi imkansız cezalar verilemeyeceği hususunda da çoğunlukla fikir birliği yapılmıştır. Umulur ki, toplum huzur içinde olsun…

Bedensel ceza vermek adaleti sağlar mı?