Kadına şiddet ve kadın cinayetleri
Ülkemizde her gün, her saat bir kadına şiddet haberiyle sarsılıyoruz. Öyle ki, sadece yolda yürürken bıçaklanan, tekmelenen, öldürülen kadınlar artık bizim gerçeğimiz haline geldi. Çoğu zaman duyduklarımızın, gördüklerimizin gerçekliğini sorguluyoruz. Bu durum hep mi böyleydi, yoksa bir günde mi bu hale geldik?
***
Kadına şiddet, bir medeniyet eksikliği göstergesi olarak karşımıza çıkmakta. Ne yazık ki, ülkemiz bu hususta sınıfta kalmış durumda. Bu ülkede yerleşmiş bir kavram olarak, her hal ve şartta erkekler, kadınlardan bir adım önde duruyor. Kadınlar bu durumu sorgulamıyor, yetmezmiş gibi oğullarını büyütürken de “önde olmadıklarını” öğretmiyorlar.
Kadına şiddetin hukuki müeyyideleri üzerine binlerce çalışma var, aktif olarak uygulanan önlemler de bulunmakta. Ancak ne yapsak, önüne geçemiyoruz. Her somut olayda, “psikolojisi bozuk” failler ortaya çıkıyor. Peki bu gidiş değişmeyecek mi, ne yapacağız?
***
Ülkemizde kadın-erkek ilişkileri, namus ve şeref kapsamında ele alınıyor. Aksi düşünen herkesi, “ahlaksız” olarak damgalıyoruz. Öncelikle belirtmek gerekir ki, edep ve ahlak kesinlikle bu kalıplara indirgenebilir kavramlar değildir. Toplumda başkalarının huzuruna müdahale etmeyen erkek ile kadının kendi rızalarıyla arkadaş, sevgili, eş olup olmamaları, tamamen kendi tasarruflarındadır. Dolayısıyla, bir erkekle kadının el ele tutuşması için mutlaka evli olmasını “emretmek”, toplumun vazifesi değildir. “Kadınla erkek eşit değildir, olamaz!” nidaları atan siyasetçi görünümlü çağ dışı zihniyetlerle de karşı karşıyayız. İşin korkunç yanı, bu kişiler toplumla benzer görünmek ya da övgü toplamak için böyle davranmıyorlar, durumun gerçekten böyle olduğuna inançları var!
Belirtmek gerekir ki, kadın ile erkek fizyolojisinde gözle görülür tek fark, kas gücünde ortaya çıkar. Kadınların erkeklerden daha duygusal olduğu da doğru değildir. Aksine, bu söylemlerle erkek bireylere de baskı yapılıp duygularını ifade etmeleri ayıplanmaktadır. Bu durumda, kadınla erkeği birbirinden farklı kılan fizyolojik bir neden olarak kas gücünün, 21. yüzyılda etki doğuracak bir üstünlüğü kalmamıştır. Bu durum, avcılık ve toplayıcılık dönemlerinde şüphesiz büyük fark yaratmıştır ancak günümüz dünyasında işler bu şekilde yürümemekte. Teknolojinin altın çağında, sizi diğer insanlardan daha kıymetli kılan şey cinsiyetiniz olamaz. Olsa olsa, fikir gücü ile ortaya konulan yenilikler, kişilere değer kazandırır.
***
Avcı ve toplayıcı olmadığımıza göre, neden oğullarımız kızlarımızdan önemli olsun? Bu hususta ilk ele alınması gereken, erkek çocuk doğurmuş olmakla övünen annelerdir. Bu anneler, sonrasında oğullarının dünyanın geri kalanından üstün ve değerli olduklarına inandıkları için, çocuk da çevresindeki etkiye bakarak kendine bir ütopya yaratır. Bu durumu değiştirmenin yolu, anneyi bu eksiklik duygusundan kurtarmaktır. Doğduğundan beri önce erkek kardeşlerinden, sonra erkek arkadaşlarından ve sonrasında da eşinden daha alt kademede olduğuna inanan kadın, sonunda onlara denk bir güç doğurarak eşitlendiğine ve güçlendiğine inanmaktadır. Bunu değiştirmek, kadının elindedir. Her insan, insan olduğu için kıymetlidir. Dolayısıyla, o zamana kadar toplum tarafından alt kademeye itilen kadının, erkek çocuk doğurmakla övünmesi kınanabilir bir durum değildir. Ancak oğluna, kendi kız kardeşleri de dahil olmak üzere, herkesten üstün olduğunu öğrettiği an, bu davranış kabul edilemez.
Kadınları korumak için çıkarılan kanunlar, bu suçların sonunu getirme gücüne sahip değildir. Öyle ki, devletin her kadını ayrı ayrı bir kolluk kuvvetiyle koruması da mümkün değildir. Somut olaylarda birçok ihmal görülmüş olsa da, bu olaylarda ihmali davrananları cezalandırarak ancak taraflar açısından adalet sağlanır. Bu cezalandırmaların gerekli olduğuna şüphe yok, ancak yeterli olmadığını belirtelim. Kadınlar yalnız başına gece yürüyüşüne çıkamıyorsa, öldürülünce “Adamın evinde ne işi varmış!”, “O saatte sokağa çıkmasaymış!”, “Mini etek giymeseymiş!” deniliyorsa, bu olaylarda fail kadar bu cümleleri kuranlar da suçludur. Bu toplumsal iki yüzlülüğü yıkacak olan da kadınlardır. Bu konuda sorumluluk almadıkça, görmezden geldikçe, sıradakinin biz olma ihtimali artmakta. Sadece sokakta yalnız yürüdüğü için savunmasız görünüp kalbinden bıçaklanarak ölen her kadının katili, bu izansız cümleleri inatla kuranlardır. Kadınlar hayatta kalmak için evlerine hapsolmak zorunda değildir, potansiyel katillerin zihniyeti değişmek zorundadır!
***
Haberlerde, öldürülen kadınları görünce yüreği sızlayan herkesin bilmesi gerekenler var. Erkek çocuğunuza kız çocuğunuzdan daha çok layık gördüğünüz maddi-manevi herhangi bir şey varsa, kendinizi bu cinayetlerden sorumlu hissedin. İş hayatında kadın ve erkek çalışanlar arasında tercihte bulunurken işin yapılma etkisini değil de, sadece taraflardan biri erkek olduğu için seçiminizin yönünü değiştiriyorsanız, kendinizi bu cinayetlerden sorumlu hissedin. Bir kadının yardım çığlıklarına sırtınızı dönüp gittiyseniz, kendinizi bu cinayetlerden sorumlu hissedin.
Son olarak, erkekleri sırf erkek oldukları için suçlamaktan da vazgeçilmesi gerekiyor. Zira ceza hukukunda, suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi bulunmakta. Bu hususta bir suçu olmayan kişileri yargılamak da, toplumun vazifesi değildir. Erkek olduğu için ağlamamak, acı çekmemek, yıkılmamak konusunda baskıya uğrayan erkeklere de seslenelim; sizin hayatınız sadece sizindir. Başkalarının üzerinizde hakimiyet kurmasına hukuk izin vermiyor, hayatlarınızı savunun. Ezcümle, kadın ve erkek eşittir. Eşitsiz ve eksik olan, bu çağın düşünce gücüne erişemeyip insanları cinsiyetine göre kalıplara sokan zihniyetlerdir. Dileğimiz odur ki, her Türk vatandaşı Mustafa Kemal Atatürk’ün gözleriyle bakabilsin, 90 yıl öncesinin dünyasında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan gözlerle…