Güçlünün Doğru Olduğunu Unutmayalım!

YAYINLAMA: 07 Şubat 2022 / 14.25 | GÜNCELLEME: 07 Şubat 2022 / 14.25

Tek çare bencillik kafesinden çıkıp, “dünya ile ortak olmak”tır.

Erich Fromm

İnsanlar her geçen gün yeryüzünün kaynaklarına ulaşmada, gıda, enerji, ısınma, aydınlanma, barınma, sağlık, nitelikli eğitimden “payını almakta” güçlük çekiyor. Herkesim bir geçim kaygısı, temel ihtiyaçlarını karşılama telaşı, yaşamsallığını devam ettirme tedirginliği ile derin boğuşmaktadır. Kuralsız ve sürekli didinip üreten, emeğini ve tüm zamanını çalışmaya adayan dünya nüfusunun çoğunluğu ne hikmetse açlık ve yoksulluğa mahkûm durumda. Açlık ve yoksulluk çekenlere; yollarda, denizlerde, sınırlarda donup kalanlara çok çalışma telkin ediliyor, “çalışma kutsallığı” dikte ettiriliyor. Oysa insanın, güvenli bir yaşama, refaha, huzura ulaşma hakkı vardır; insanın coşkulu, neşeli, sevinçli, özgür anları yaşama hakkı vardır.

“Ekonomik ve Filozof El yazmalarında Karl Marx, özgür ve bilinçli aktivitenin insan türünün karakterine en uygun davranış biçimi olduğunu açıklar. Ve Marx’a göre; “emek, insanca aktivitenin sembolüdür ve insanca aktivite ise yaşamdır.” Yaptığımız her etki, tepki, edilgenlik, üretkenlik yaşamın özünü, esasını, ruhunu, varlığını ve yaşamın asaletini yaratmalıdır,

 Elde ettiklerimizi, sahip olduğunu düşündüklerimizi planlarken, kaybettiklerimize bakmak ve bizden gideni bilmek lazım. Yaşama kalite, nitelik, ruh, coşku, sevinç, özgürlük, vicdan, mizah ve pratik zihin ve gençleşen ufuk katmayan her şey doğalımızı ve varoluşu tüketir, yıpratır, sıradanlaştırır.

Spinoza: “İnsan kendi doğasının modeline ne kadar yaklaşırsa, özgürlüğü ve refahı o kadar artar,” der. Spinoza gibi birçok filozof ve düşünürden; ve onların birikim, deneyim, bilgilerinden hareketle; günümüz insanının, içler acısı çırpınmalarını, çelikten ablukaya mahkûmiyetini ve insanın zorunlu bir uyuma zorlanırken körelişini sezebiliriz.

İnsanlık, canlılar, doğa, evren adeta acıya boyun eğiyor. Hem de insan eliyle, insan her şeyin ruhuna, varlığına, doğallığına ve kaynaklara ipotek koymuş durumda. Yaşamda akıldışı tutkular, tüketicilik, ihtiraslar; egoyu, bencilliği, sınıfsal ayrımcılığı körüklüyor ve yeryüzündeki büyük bir çoğunluğun değil, küçük bir azınlığın tercihlerinin, istifçiliğinin, aç gözlülüğünün sonucu olarak tüm bunların yıkıcılığı boy atmaktadır.

Belki de insanlık ruhsal bir bunalım içindedir; evren sinir krizine tutulmuştur. Kâinat bize küsmüştür; ya da sevinçler nefretle bir arada olmaya karşı direniştedir; kendi gerçekliğimizin bilincini taşımadan ve gururumuzun incinmemesini önceleyerek, esaslı sorunları süblime ederek ve “yaşadığımızı sanarak” sürdürüyoruz yolculuğumuzu belirsizliğe.

Sokrates, “Doğru yapmak için doğruyu bilmek gerekir. Doğruyu bilenler ancak doğru tarafta bulunabilir,” der. Doğruyu, gerçeği, gerekliyi bilmeden gidilen her yol çıkmazdır. Bilmek, öğrenmek, muhakeme etmek, kavramak, algıyı büyütmek esaslı bir süreçtir; özgür olmayı gerektirir ki, kimse seni kendi haline bırakmıyor. Zihinsel güç, mantık, akıl, bilimsel değerlere uygun uyarlanan ortaklaşmaya muhtacız.  

Yeryüzünün tüm kıtalarında zıtlaşmalar, sevgisizlik, bencillik, eşitsizlik, tutarsızlık, adaletsizlik olağanlaşarak; dayanışma ve özveri horlanarak; güvensizlik, tedirginlik, şiddet, belirsizlik, güç, erk ve tekçi yaşam nesilden nesile kodlanırken, acil önlemleri dinamizmleştirmek gerekmiyor mu?

On binlerce yıldır “gücün,” egemenin; rantiye, mal ve mülk hedefi dışında bir yolu olmayan anlayışın sahipleri, evrenin tüm kaynaklarını kendine istifleyerek; açlık, susuzluk, ilaçsızlık, göçler, savaşlar, çatışmalar, hastalık, iklim krizleri, haksız kazanç, hukuksuzluğu adeta kaderleştirmediler mi? İnsanlığın bu dramlarını yazgı, doğal bir denge, uyulması gereken mekanizma olarak yansıtıp ve insanı kendi hizmetlerine ikna etmediler mi?

Psikolojik, sosyolojik, inançsal, kimliksel, duyusal olarak insan artık şekilden şekle kolaylıkla sokulabilmektedir. İnsan “kendin olamamasının” farkında, bilincinde bile olamıyor.

Toplulukların, bireylerin, insanlığın maruz bırakıldığı tüm değer yitimleri kimse için güvenilir bir dünya filizletmiyor. Tam aksine sürekli güvenlikçi, tedirgin, korkutucu, ürkütücü, katı kuralcı ruh halleri yeşeriyor. Bu kaotik ruh yapısı ise iyimserliği, umudu, huzuru, zarifliği, nezaketi, kibarlığı yok ediyor; saygı ve sevginin yitimini besliyor.

Zamanın kötülüğüne boyun eğmemeli insan. İyilik de cesaret gibi aşırı bulaşıcıdır. İyilik, doğruluk, merhamet, hakikat için cesaret ve ortak akılla başlangıç yapılmalı. Unutmayalım insan ruhu, sevgiden, şefkatten, özveri, fedakârlık, hakikaten, hak, hukuk, adalet, özgürlük melodileri ile inşa olmuştur.

Üzüntü, bıkkınlık, yorgunluk, çaresizlik hissi, umutsuzluk, verimsizlik korkusu insan için en büyük zehirleyici ruhsal yenilgidir.

“Bülbül bile yavrularının kaderi esaret altında olmasın diye yuvasını mağaraya yapmaz.”

Haklarımızdan, hukuktan, eşitlikten, özgürlüklerimizden, ortaklaşmaktan, insanca yaşamaktan ısrar edenlerin kararlılığı ve ısrarı ile dünya herkes için yaşanılır güzelliğe bürünecektir.

İnsanın tüm kâinatı kucaklayabilecek bir sınırsızlığa sahip olduğunu hatırlayalım.

Yeter ki kendimiz olmaya başlayalım.

Yeter ki güçlünün, doğru olduğunu unutmayalım!

Kaynakçalar:

İnsan Olmak Üzerine (Erich Fromm)

Sahip Olmak ya d Olmak (Erich Fromm)

“Ekonomik ve Filozof El yazmaları (K.Marx)

Bilim ve gelecek (bilimvegelecek.com.tr)

Kırık Kantla r(Halil Cibran)

Güçlünün Doğru Olduğunu Unutmayalım!