Zaman Olumluluklarına Göre Ölçülür…

YAYINLAMA: 20 Ağustos 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 19 Ağustos 2024 / 15.49

Bu yeni dünyanın, dâhil olduğumuz hayatın yol alışlarını, tarihi akışını ve bu zamana gelişini öngörmeden çağımızın yalansız yargılarını teşhir etmek güç olacaktır. Bugünün düzeni “en üstün” olarak tanımlanıyor. Daha önce insanlar, şehirler, köyler, atölyeler, ustalıklar, sanat, işçilik ve de değerler yokmuş gibi algı yaratılıyor. Kusuru öncekilere, doğruculuğu kendimize mal etmek klasik geçerlilik olmuş. Duyu ve verilerimizi belirleyen önsel sezilerimiz gerçeğin perspektifinden, uygulamış dünya ve bilimsellikten kopup gelmedikçe öğrenmiş olmayacağız.

İnsanlık gelişiminde bilinmek öncelik görülmese de “herkesin kendi yarattığını sevip okşaması, onunla yetinmesi ve ona tapma iç güdüsü” iyileştirmeye şans tanımıyor. Derdimiz Helen’den, Antik Çağdan, Sokrates’ten diyalektik lehine geçerliliği ve uyanan düşünce ışığını yukarıya çekmek. Derdimiz yalan tarihten, yalan duyulardan ve yalana inanmaktan kurtulmak olmalı.

 Birliği, bütünlüğü, gelişimin tanıklığını önemsizleştiren esareti öğreniyoruz. Öz kimlik ve öz yeterlilik “öngörülen” bir takım veri ve yasalarla yoğruldukça narsist benlik canlanıyor. Her şey bir fırtına ile yok olmuşçasına; öteki ya da önceki enkazken, bugün süslü marifetlerle taçlanıyor. Oysa “Modern Dünyada” milyonlarca çocuğun köreltici, çürütücü, yıkık ve viran kılan sonuçların pençesinde olduğu insafsızca göz ardı ediyor. Kadına yönelik istismar ve şiddetin, doğa tahribinin ölümcül boyuta geldiği; aşırı haksızlıkların küresel boyutta örgütlendiği korkunçluğun ortasındayız.

Budalalık, aylaklık, yıkıcılık, tapmacılık övgülere boğulurken; binlerce yıllık emek, sayısız özveri, koşulsuz kafa yormalar, bedeli ağır özgürleştirici değerler yalanın içine gömülüyor, sahtenin bataklığına fit oluyoruz. “Doğrulara çokça yalan yerleştirilerek” tehlike, umutsuzluk, eşitsizlik ve külfetli sonuçlara maruz kalıyoruz. Nietzsche’nin belirttiği gibi: Bundan “başka” bir dünyanın varlığına dair masal anlatmanın hiçbir karşılığı yoktur işte. Büyük optik bir yanılsama ile iç içeyiz. Ama her şey er geç iyileşebilir; büyük dehalar, bilgeler, kötülüğü dert edenler, vicdani muhasebede olanlar bizi hep değerler oluşturmaya zorladılar, “büyük yaşamı” işaret ettiler.

İnsan kafaları durmadan yeni buluşlara yöneldi, yararlı erdemlere ulaşmanın yolları aşındırıldı. Diğer taraftan birileri bilgeliği alaya aldı, doğrunun cesaretini çürütmek için kötüleyici senaryolara inandırdılar. İnsanların acı gerçekleri ortaya konmasın diye, eğip bükemedikleri insanları etkisiz kılmak için yıkıcı sloganlarını devreye soktular. Krallıklar, impartorlar, saraylar, yaldızlı iktidarlar, sömürgeler, çalışanın yoksullaştığı, çalışmayanın her şeye sahip olduğu düzeni inşa ettiler. Bunların bahçelerinde bilgelik, adalet, felsefe, eşitlik, özgürlük yeşermedi.

Böylece her adımda yoksulluk çoğaltıldı. Yoksullaştıkça çoğunluk, otorite, iktidar, sömürü normalleşiyor. Thomas More'ninde belirlediği gibi, "yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları köreltir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır: Öylesine ezer ki onları boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz."

İşte kimsenin kimseyi dinlemediği, bir diğerine itibarın yok edildiği ve hatta sadece egemen ideolojinin fanatiğine dönüşen emir eri kullar türetildi. Peşin yargılarla yoğrulmuş bu kitle yüzlerce yıldır "halkın yoksulluğu kralın varlığını korumaya adadı" kendini...
En yüksek sınıf, en çok hak eden grup, öncelikli topluluk öğrenilmişliği ile çoğunluk ayrıştırıldı. Doğal insanın dejenere edilmesi uğruna; onlarca karşı kurnazlık, kesintisiz baskı, kusursuz yanılsamalar devreye sokuldu. Eğer hala iyilik yavaş ilerleyip, kötülük geçerliliğini hala ilan ediyorsa, iyiliğin baskın olamadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

"Bir dava ne kadar haksız olursa olsun onu haklı gösterecek yargıçlarda bulunur," diyor Thomas More.  "Ya her iddianın tam tersini savunma alışkanlığıyla, ya yenilik, aykırılık hevesiyle ya da Kral'a yaranma isteğiyle," hakkın kendisi haksız gibi gösterilir. Oysa İsa şöyle uyarmıştı: "benim alçak sesle kulağınıza söylediklerimi siz yüksek sesle ulu orta söyleyeceksiniz." Susmak, gizlemek, görmezden gelmek: Felsefe, bilim ve insanlık deneyimlerince reddedildi, birçok inançla da yasaklanmıştı.

Thomas More'un Utopiası’nda; doğru yan değil dikine söylenmişti. Böylece çabalar kısa vadede iyilik getirmese bile kötülük teşhir oluyor ve kötülük azalıyordu. Evet her şeyin iyi olması için bütün insanların iyi olması gerekiyordu. O da yarın öbür gün olacak işlerden değildi. Önemli olan doğaya aykırı oluşturulan ahlakın karşısında olmaktı. Önemli olan büyük yaşam için yaşamın kendisiyle el sıkışmaktı.

Evet, bütün coğrafyalarda hala yanlış fışkırıyor, kötülük taşıyor, yaşam tüketiliyor, acı kıyıları boyluyor. Şiddet sarmalıyla saygı ve sevgi, özgürleştirici direnç kırılmak isteniyor. Oysa Nietzsche'nin dediği gibi; “zaman olumluluklarına göre ölçülür, çökmekte olan her şeyin yeniden kaldırılması olarak bilinir, yaşatıcı gücün ideal olarak kabul görmesi ile ölçülür.”

Sokrates’in, Spinoza'nın, Goethe 'nin, Nietzsche' nin tarihinde ve pratik eylemlerinde, birçok ufkun kapıları açıldı, bunlar hayata yabancılaşmayanlardı. Unutmayalım güzellikler doğada, seslerde, renklerde, kokularda, ritimsel akışta, sevinçlerde, özgürlükte, özdeğerler ve vicdanda yaratılır.

 Unutmayalım, insanın içinde bulunduğu kötü durumlar başkalarına ve kendine aittir. İrademiz hareket etmeli; düşünme, hissetme ve isteme özgürlüğümüz kötülüğe itiraz etmeli.

 

 

Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:

Putların Alacakaranlığında (F. Nietzsche)

Utopıa (Thomas More)

Hayatın Hakkını Vermek (Acar Baltaş)

Zaman Olumluluklarına Göre Ölçülür…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *