ANASAYFA arrow right Yaşam

Rektör seçimleri ve liyakat

Rektör seçimleri ve liyakat
YAYINLAMA: 08 Ocak 2021 / 14.26
GÜNCELLEME: 08 Ocak 2021 / 14.26
Bilim Akademisi'nin Akademik Özgürlükler Raporu'ndaki üniversite özerkliğindeki erozyon, rektörler ve liyakat ile hukukçu olmayan hukuk fakültesi dekanları bölümleri "Boğaziçi Rektör ataması"na ışık tutuyor.

Bilim Akademisi'nin 2019 Kasım ayında açıklanan 2019-2020 Akademik Özgürlükler Raporu'ndan özerklik erozyonu, rektör seçimleri ve hukukçu olmayan hukuk  fakültesi dekanları bölümü Prof. Dr. Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protesto ve tartışma günlerine açılım sağlaması bağlamında yayımlıyoruz.

(...)

2019-2020 akademik yılı ne yazık ki Türkiye’de akademik özgürlükler açısından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m. 10’un sık sık gözardı edildiği yıllardan biri oldu.

İfade özgürlüğü ve araştırma sonuçlarını yayma özgürlüğü açısından kısıtlamalar tüm hızıyla devam ediyor. Bilim Akademisi olarak yıllardır yayınlamış olduğumuz raporlarda yaptığımız gibi, bu raporda da akademik özgürlükler alanında önemli gördüğümüz haberleri ve gelişmeleri ele alıp üniversitelerin özerklik ve özellikle kendi yönetici kadrolarını belirleme hakkını kaybetmesinin olumsuz sonuçlarını değerlendireceğiz.

Üniversitelerin özerkliğindeki erozyon

Bilim Akademisi’nin bugüne kadar yayınladığı Akademik Özgürlükler Raporları'nda ve ayrıca özerkliğe ilişkin özel raporlarının her birinde ifade edildiği üzere Türkiye’de üniversite özerkliği ve bu bağlamda kendini yönetme özgürlüğü gün be gün azılıyor.

Örneğin, yüksek öğretimde neredeyse bütün konularda yetkileri merkezi olarak elinde bulunduran Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyelerinin nasıl belirlendiğine bakıldığında sorun anlaşılıyor. En son 2018 yılında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu m. 6’da yapılan değişiklik ile Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) yirmi bir üyesi şu şekilde belirleniyor:

 ▪ Cumhurbaşkanı tarafından, rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörlere öncelik vermek suretiyle seçilen yedi; temayüz etmiş üst düzeydeki devlet görevlileri veya emeklileri arasından seçilen yedi; Üniversitelerarası Kurulca, Kurul üyesi olmayan profesör öğretim üyelerinden seçilip Cumhurbaşkanı tarafından atanan yedi olmak üzere toplam yirmi bir kişi.

 ▪ Ancak Üniversitelerarası Kurulca seçilenlerden bir ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından atanmayanların yerine yeni adayların seçimleri iki hafta içinde yapılmadığı takdirde, Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır.

 ▪ Cumhurbaşkanı, Kurul üyeleri arasından dört yıl süreyle bir Başkan seçer.

Görüldüğü üzere, YÖK’ün 21 üyesi de başkanı da aslında Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Bu belirlemede liyakat esası yerine belirli devlet görevlerinde bulunmanın önem kazanmış olduğunun açık bir örneği halihazırda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği veya Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ile YÖK üyeliğinin aynı kişilerde toplanmış olmasıdır.

2547 sayılı Kanun m. 7 uyarınca Türkiye yükseköğretiminde araştırma alanlarından, üniversite kontenjanları ve harçlarına, üniversitede fakülte açılması veya kapatılmasından, eğitim programlarında asgari ders saatlerini belirlemeye kadar her türlü yetkiyi elinde bulunduran YÖK’ün üyelerinin bu şekilde belirlenmesinin Anayasa m. 130’da saptanmış olan üniversite özerkliğine ne ölçüde uygun düştüğü açıktır.

Üniversitelerin, örneğin öğrenci kontenjanlarının belirlenmesi yoluyla mali kaynaklarının ciddi şekilde artırılması veya azaltılması veya saydam olmayan denetimler sonucunda program kapama veya öğrenci alımını durdurma imkanının YÖK’de bulunmasının bu kurumlar üzerinde sürekli bir ‘Damokles’in Kılıcı’ etkisi doğurduğu da açıktır. 

Rektörler ve liyakat

2018 yılında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda yapılan diğer bir değişiklik ile devlet ve vakıf üniversitelerinde rektör atamaları tümüyle Cumhurbaşkanı’nın yetkisine verilmiştir.

Vakıf üniversitelerinde tek farklılık, vakıf mütevelli heyetinin teklifi üzerine atamanın yapılmasıdır. Ancak bu sınırlı özgürlük alanı dahi uygulamada sık sık kullanılamıyor. Zira mütevelli heyetlerinin önerdiği adayların Cumhurbaşkanlığı tarafından onay görmemesi halinde ataması yapılmıyor ve ilgili adaylar ancak vekaleten görevlerini sınırlı bir süre sürdürebiliyorlar. Sonrasında ilgili mütevelli heyetleri yeni bir aday bulup tekrar Cumhurbaşkanlığı’nın onayına sunmak zorunda kalıyor.

Üniversitelerin elinden kendi kendini yönetebilme hakkının alınmasının olumsuz sonuçları hakkında son dönemde basına yansıyan çok sayıda haber mevcuttur. Bunların arasında özellikle dikkat çeken rektörlerin bilimsel yetkinlikleri konusunda yayınlanan haberlerdir.(1)

Bu konuda değerli bir bilimsel çalışma 19 Mayıs 2020’de Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Engin Karadağ tarafından Higher Education dergisinde yayınlandı. (2)

Karadağ’ın bir dizi çok önemli tespitinin yanı sıra vardığı şu sonuçların altı çizilmelidir (3):

“Bu açıdan bakıldığında, uluslararası değerlendirme kriterlerine göre (yayınlar, alıntılar ve H-indeksleri), Türkiye'deki rektörlerin akademik nitelikleri genellikle düşüktür. Tüm rektörlerin üçte birinin H-indeksi sıfırdır.

“Akademik nitelikleri yetersiz olan öğretim üyeleri arasında sıkça dile getirilen ‘İyi bir rektör olmak için iyi bir araştırmacı olmaya gerek yoktur. Araştırma bir şeydir, yönetim ise başka bir şeydir’ düşüncesi gerçeği yansıtmıyor.

“URAP (Akademik Performansa Göre Üniversite Sıralaması) verilerine göre, Türkiye'deki üniversiteler beş gruba ayrılabilir. Her gruptaki üniversitelerin sıralaması, rektörün göreve gelmesinden itibaren 3 yıl sonunda ilgili rektörün ortalama araştırma çıktısına göre değişmektedir […].

“URAP’a göre en iyi (en yüksek araştırma çıktısı olan) 32 üniversitenin rektörlerinin WoS veri tabanlarında ortalama 80,5 yayını vardır. Ancak URAP'a göre rektörlerin ortalama yayın sayısı ikinci grup üniversitede 25,8'e, üçüncü grupta 20,7'ye ve son iki grupta ise sırasıyla 12.5 ve 8'e  düşüyor. Akademik nitelikleri düşük olan rektörler tarafından yönetilen üniversitelerin istisnasız tümü, bu rektörlerin göreve gelmesinden itibaren iki yıl içinde hem URAP sıralamasında hem de genel olarak bilgi üretiminde aşağı sıralara düştü.

"Yani, akademik nitelikleri yetersiz rektörlerle beraber bu üniversiteler hem ulusal hem de uluslararası sıralamalarda kötü değerlendirilmiş ve bilgi üretimi niteliksel ve niceliksel olarak azalmıştır. […]

"Sonuç olarak, iki çıkarım yapabiliriz.

“Birincisi, üniversite rektörlüğü ile ilgili olarak, en temel yeterlilik akademik yeterliliktir. Bu yeterliliğe sahip rektörler bilim nedir bildiği gibi, bilginin nasıl üretileceği ve araştırma sürecine nasıl destek olunacağını da kavramıştırlar.

“İkincisi, akademik nitelikleri zayıf olan rektörler tarafından yönetilen üniversitelerde kurumsal izomorfizm çok yüksektir. Bu üniversitelerin çoğu, uygulama fırsatı olmadan sadece bilgi aktaran kurumlar olduğu gibi, kampüsleri sosyal yönden sınırlıdır ve öğretim üyeleri, öğrencilerinin konuyu anlayıp anlamamalarıyla ilgilenmeksizin dersleri aktaran akademisyenlerden oluşur. 

“Ayrıca bu üniversitelerde lisansüstü öğrenci yetiştirme ve yeni bilgi üretme sınırlı olduğu gibi ufuk açan ve hayal kurmaya teşvik eden bir eğitim de yok denecek kadar azdır.”

Kuşkusuz bir üniversitenin kendi rektörünü belirleme hakkının olması akademik açıdan en yetkin rektörün seçileceği anlamına gelmez. Bu açıdan Türkiye üniversiteleri yetkin olmayan yönetimler altında eskiden de zor dönemler geçirmiştir. 

Ancak önceki açıklamalarımızda vurguladığımız gibi, 209 üniversite rektörünün tek elden saptanması durumunda en azından kendi rektörünü sağlıklı bir şekilde belirleme geleneğini geliştirmiş olan üniversiteler dahil bütün üniversitelerin kalitesinin kötüleşmesi kaçınılmazdır. 

Tek elden yönetimin hata payı seçime dayalı sistemlerden çok daha fazladır. Bu açıdan, 26.10.2020’de yayınlanan 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda ifade edildiği üzere (4) 2023 yılı itibariyle dünya akademik başarı sıralamasında en az 2 Türk üniversitesinin ilk 100’de, en az 5 üniversitenin ise ilk 500’de yer alması konusu ciddiyetle takip edilecekse atılacak ilk adımın üniversite rektör seçimlerini yeniden üniversitelerin yetki alanına vermek olacağı açıktır.

Hukukçu olmayan hukuk dekanları

Rektör atamaları için söylenenleri dekanlar için de tekrarlamak gerekmektedir, zira onların atanması hususunda da bir özerklik söz konusu değildir. 2547 sy. Kanun m. 16 uyarınca ‘Fakültenin ve birimlerinin temsilcisi olan dekan, rektörün önereceği, üniversite içinden veya dışından üç profesör arasından Yükseköğretim Kurulunca üç yıl süre ile seçilir ve normal usul ile atanır’.

Yani fakültelerin, örneğin seçimle, kendi dekanlarını belirlemesine rağmen Rektörün bu kişiyi YÖK’e sunacağı üçlü listeye almaması mümkün olduğu gibi, üçlü listede olsa bile bu kişinin YÖK tarafından atanmaması da mümkündür. 

Ancak dekan atamalarında özerklik ve liyakat konusunun yanı sıra son dönemde yine hem basına yansıyan hem de bilimsel bir çalışmaya konu olan daha vahim bir durum, meslekten olmayan kişilerin dekan atanmasıdır.

Bugün halen Türkiye’de mevcut 132 hukuk fakültesinin 18’inde dekan hukukçu değildir. Aralarında ilahiyat, veterinerlik, kimya, tıp fakültesi mezunları da bulunan bu dekanların bir hukuk fakültesinin bilimsel düzeyini artırmak ve iyi hukukçu yetiştirmek konusunda nasıl bir katkılarının olabileceği meçhuldür.

Sık sık sorun, bu üniversitelerin ve fakültelerin yeni kurulmuş olması, dolayısıyla da hukukçu profesör kadrolarında henüz kimsenin bulunmaması olabiliyor. Ancak bu durum da başlı başına hazindir.

Zira hiçbir planlama yapılmaksızın, bir mekân tahsis etmek ve üniversitenin adını koymakla öğrenci yetişebileceği ve bilimsel bir çıktı alınabileceğine ilişkin inancın vahim sonuçlarıdır bu yaşadıklarımız.

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *