Gökçeada'da Yorgo Amca
İki yabanci gibi ,
Karşilikli iki kiyida,
Ayni rakiyla dumanli kafalari,
Dillerinde ayni şarki,
Dudaklarinda ayni tebessüm,
Kim inanir ki düşman olduklarina?..
Bu kisacik şiir Barba Yorgo’ya ait. Kendisi, Gökçeada’da bulunan Tepeköy’ünden...Barba, “amca-dayi” anlamina geliyor, Tepeköy’ün eski ismi ise Ağridya ”küçük tarlalar” demekmiş.
Yorgo Amca’yi bayram tatili için gittiğimiz Gökçeada’da tanidim. Okumak için Gökçeada’dan ayrilmiş, kimya mühendisi olmuş, tam 38 sene İstanbul’da yaşadiktan sonra, özlediği toprağina geri dönmüş. fiimdi, şarap üretiyor, pansiyonlari ve yazin açik tuttuğu meyhanesi var. Kiş mevsiminde meyhane kapali olduğu için vakti vardi, Barba Yorgo ile bir saat sohbet ettik.
Yaziya Yorgo Amca ile başlamamim sebebi, kendine yaptiği, Gökçeada’yi anlatan internet sayfasi. Herşeyi o kadar gerçek, o kadar içten anlatmiş ki kalbi buruluyor insanin...
Gökçeada’da köyler genellikle tepelerin üzerine kurulmuş. Yorgo Amca’nin sitesinden öğrendiğime göre Gökçeada’da, orijinal ismi ile “İmbros” da köylerin hep tepelerde kurulmasinin nedeni, eskiden var olan korsanlara karşi kendilerini korumak; düz ve verimli topraklardan faydalanmak; havadar ve manzarali yerlerde oturmak.
Yorgo Amca’nin çok güzel anlattiği Gökçeada’da ki köyler bugün terkedilmişler. Daha doğrusu “terk ettirilmişler”! Geriye kalan evler ise, ya yikilmiş; ya da herhangi bir nedenle Gökçeada’ya yerleşenler tarafindan işgal edilmişler. Hatta, işgalcilere evlerin tapulari bile verilmiş... Zaten Yorgo Amca’nin anlattiği 1964’ten önce Tepeköy’ün 1200 olan nüfusunun bugün 32 kişiye düşmesi de durumu gayet güzel özetliyor...
Buraya kadar çok karamsar oldu, şimdi hemen güzelliklerden bahsedeyim! Gökçeada, Kabatepe limanina feribotla bir saat 15 dakika uzaklikta. Kişin karşilikli üç sefer var; yazin ise seferler daha sık. Adayi ziyaret etmek için asil mevsim herhalde bahar aylarindan Eylül sonuna kadar. Biz öyle yapmadik! Mevsim dişi gittik Gökçeada’ya ve pek sevdik...
Bir arkadaşim bana cep telefonuna takabileceğim kirmizi bir ahize hediye etti. Gökçeada feribotunda bu ahize ile abimle uzun bir konuşma yapiyordum. Görüntümün çok tuhaf olduğunu sonra fark ettim! Hafif şişman bir kadin, kulağinda ve elinde kirmizi bir ahize –telefon ortalikta görünmüyor- sürekli telefonla konuşuyor. Karşima kim oturduysa bu tuhafliğim yüzünden kalkip gitti! Özellikle bir çocuk, bana dokunup bu telefonu olmayan ahize olayini çözmeye çalişti, müsade etmedim! Derken, benim yaşlarimda çok hoş bir kari-koca geldi, izin alip oturdular. -Ben halen telefonla konuşuyordum!- Çiftin erkek olani, “kendimize çay alacağim, size de getireyim mi?” dedi. “Ayy evet lütfen, iyi olur” dedim, telefon konuşmasina ara vermeden... Sonra, abimle yaptiğim Kargamiş üzerine sohbeti yarida kesip, izin istedim, bu seferde karşimdaki çift ile konuşmaya başladim. Ve ortak tanidiklar... Ortak yemek zevkleri bulup, kendimi ve ailemi onlara balik yemeğe davet ettirdim!
Gökçeada’ya gitmeye karar verdiğimizde, Bozcaada’yi aradim! Deniz Bey beni telefon araciliği ile fiule Hanim’la taniştirdi. fiule Hanim’in tavsiyesi ile Anemos isimli butik otel’de kaldik. Burasi İstanbullu mimar-mühendis bir ailenin Yunanli ortaklari Alex’le çaliştirdiklari son derece zevkli döşenmiş, taş binalardan oluşan şirin bir mekan. Taş binalar gayet zevkli döşenmiş, içerlerine de Alex’in nefes kesen fotoğraflari tablo olarak konmuş... İlk defa, iyi bir fotoğrafin tablo olarak kullanilabileceğinin farkina vardim... Işiği müthiş kullanmiş. Yaratici olduğu için yaptiği kompozisyonlar da çok iyi... Anemos oteline ve orayi bütünleyen Alex’in fotoğraflarina hayran kaldim...
fiule Hanim ve Aziz Bey İstanbullu beyaz yakali bir çift... fiule Hanim, reklamciliktan geliyor. Aziz Bey ise üst düzey yöneticilik yapmiş bir gida mühendisi... Ada’ya yerleşmeye karar verdiklerinde, Kale Köy’den bir ev satin almişlar. Evin ahirini fotoğrafta gördüğünüz gibi şahane bir atölye/yemek odasi/hobi odasi/çay salonu haline getirmişler. Aziz Bey’in üstün zekasi; girişimciliği ve elinin her işe bilinçli olarak yatmasi nedeniyle sabun imal etmeye başlamişlar. Markalarinin ismi: İmroza... Çok geniş çeşitte sabun yapiyorlar ve internetten satiyorlar. Bana en ilginci keçi sütüyle yaptiklari sabun geldi. Üzerindeki etiketine baktiğimda keçi sütündeki zengin süt yağinin, minerallerin, protein ve vitaminlerin cildi tazeleyip, hücreleri yenilediğini okudum. Diğer sabunlari da çok güzel ve özel...
Kale köy Gökçeada’daki köylerden birisi... Tepesinde tamamen harabe haline gelmiş bir kale var... Kalenin manzarasi şahane... Üzerine çiktiğinizda denizi ve adanin verimli ovasini görüyorsunuz... Kale’de bir de kafe var. Bu nefis manzarayi seyrederken sicak veya soğuk içecek alabiliyorsunuz, tam bir keyif alani yani... Güneşin batişi da çok güzel izleniyor Kale köyden... Köyde muazzam bir çinar ağaci da bulunuyor. Hava çok temiz olduğu için, akşam üzeri çinar ağacinin dallari arasindan mehtabi görmek de mümkün... Bu çinarin dibinde Mustafa’nin Kayfesi var... İçine girmedim, ama dişardan gördüm. Ayrica ismi de çok hoşuma gitti.
Gökçeada’da köyler hep tepede ve yollar taş döşeli olduğu için arabalarin geçmesine pek uygun değil. O nedenle, köylere hep park yerleri yapip, sizi köy içerisinde yürümeye teşvik ediyorlar. Köylerin içerlerinde yürümek de pek zevkli... Taş binalarin aralarinda yürümek; adanin eski yaşantisi hakkinda hayal kurmak; ve tertemiz havasini solumak müthiş keyifli...