Bunlar vicdanı ve aklı tutulmuş insanlar!
Bir Nazi toplama kampında duvara yazılan sözü ve Talat Paşa’yı öldüren Soghomon Tehliryan’ın mahkemede kendini savunurken söylediklerini
vicdanı olan insanların unutması mümkün değil!
Nazi toplama kampının duvarında, “Yukarıda bir tanrı varsa, onu affedebilmem için ayaklarıma kapanması gerekir” yazıyordu.
Soghomon Tehliryan ise Talat Paşa’yı öldürmekten yargılandığı Charlottenburg Üçüncü Eyalet Mahkemesi’nde kendini, “Bir insanı öldürdüm, ama katil değilim” sözleri ile savunmuştu.
Her iki sözün arkasında da insanlık tarihinin en acı dramları vardı.
***
15 Mart 1921’de Berlin’de, Hardenberg sokağının 17 numaralı evin önünde Ermeni Soykırımı baş organizatörü Talat Paşa öldürülür. Bu eylem, 25 yaşında olan ve Talat’ın ölüm cezasını yerine getirmek amacıyla Berlin’e gelen Ermeni Soghomon Tehliryan tarafından gerçekleştirilmiştir. Binlerce insanın katili olarak Talat, bir Alman denizaltısı ile ülkesinden kaçan ve Alman hükümetinin kendisine sağladığı imkanlarla, Ali Salih Bey sahte ismiyle Hardenberg Caddesi 4 numarada yaşamaktadır.
***
Soghomon’un hikayesine gelince…
“Soghomon’un iki ağabeyi, evli ve bir çocuklu ablası, biri 15, diğeri 16 yaşında iki kız kardeşi vardı. Birinci Dünya Savaşı başladığında ortanca ağabeyi askere alınmış, 1915’te Sogomon 18 yaşındayken, Tehliryan Ailesi Erzincan’daki ve ülkenin diğer bölgelerindeki Ermenilerle birlikte Der Zor’a doğru ölüm yolculuğuna başlamıştı.
Kafile şehirden henüz ayrılmıştı ki, jandarma ve ahaliden oluşan gruplar konvoyu soymaya başlamış, ardından da konvoya ateş açmıştı. Kız kardeşlerinden biri jandarmalar tarafından çalılıklara götürülmüş, orada tecavüze uğramıştı. Başına bir darbe yiyen Sogomon iki gün sonra kendine geldiğinde ağabeyinin ölüsünü üzerinde bulmuştu.”
***
“Başı baltayla parçalanmış olan ağabeyinin bütün kanı üzerine akmıştı. Yol cesetlerle doluydu. Cesetlerin arasında annesi de vardı. Kafilenin ön taraflarında yürüyen babasının ve ağabeyinin, kucağında bebeği ile yürüyen ablasının akıbetlerini ise o günden beri bilmiyordu.
Sonrası uzun hikâyeydi. Yaşlı bir Kürt kadını onu saklamıştı. Yaraları iyileştikten sonra, Kürt giysilerine bürünmüş ve İran’a doğru yola çıkmıştı.”
***
“Sanığın o güne dek yaşadıkları, tanık ve uzman tanıkların ifadeleri dinlendikçe davanın rengi değişmeye başladı. 3 Haziran 1921 tarihli New York Times gazetesinin yazdığı gibi, sanık sandalyesinde artık Soghomon Tehliryan değil İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı, son Osmanlı Sadrazamı Talat Paşa ve İttihatçı zihniyet oturuyordu. Nitekim dava o günden sonra ‘Tehliryan Davası’ olarak değil ‘Talat Paşa Davası’ olarak bilinecekti.
Soghomon Tehliryan mahkemede pişmalık duymadığını, “Bir insan öldürdüm, ama asla katil değilim” sözleriyle ifade etmişti.”
“Tehliryan’ı tanıyanlar ve uzman tanıklar dinlendi. Tehliryan’ın iki ev sahibi; sanığın sessiz, terbiyeli, düzenli bir genç olduğunu, dans ve dil dersleri aldığını, geceleri karanlıkta mandoliniyle acıklı şarkılar söylediğini, arada düşüp bayıldığını, bazı geceler uyuyamadığını söylediler.”
***
1915 ile ilgili bu ve buna benzer o kadar çok acıklı hikaye var ki, insan her birinde ayrı sarsılıyor. Yaşananları okumaya ve dinlemeye dayanamıyor insan…
***
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Turan, Alman Meclisinin Ermeni iddialarına ilişkin kararı hakkında, "Almanya dahil 29 ülke parlamentosu ve devlet yetkilisi, adeta olmayan bir konuda tarih yazıp yasal zemine oturtmuşlardır" diyor.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç ise, “Tarihi çarpıtarak hakikat gibi sunan bu tür ithamlara bilimsel alanda cevap verilmesi amacıyla faaliyetlerde bulunulması” için üniversitelere ve akademisyenlere harekete geçme çağrısında bulunuyor.
Bunlara bilim adamı demeye dili varmıyor insanın.
Böyle vicdanını ve aklını rafa kaldırmış ruhların yönettiği kurumlardan bu ülkeye ne fayda gelecek sanıyorsunuz?