Namustan anladığımız buysa!

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

İsimlerini önceki gün onlarca gazete taradıktan sonra satır aralarında ancak bulabildim.

Beyit Sezgen, Hakan Yörük, Tekin Doğan.

Efendim işte bunlar, onlar!

Hani şu İzmir’de karakolda bir kadına hem sarkıntılıkla suçlanan hem de karakolda tekme-tokat döven hem aslan parçası, hem de erkek polis kardeşlerimiz.

Hem dövüyor, hem sarkıntılık ediyor, hem de ondan şikayetçi oluyorlar. “Kadın alkollüydü, bize saldırdı, hakaret etti” diye.

Ben şahsen, “Bize tecavüze yeltendi” demediklerine çok şaşırdım.

Vee.. Bu kahraman polislerin halen görev başında olduğunu belirtmekte de yarar var.

                                                                                        ***

Muhabirlik yıllarımda, emniyet müdürlüğünden zaman zaman suç ve suçlularla ilgili açıklamaların yapıldığı toplantılara katılırdım.

Mesela bir fuhuş olayı varsa, yapılan açıklamada, olayda yer alan kadınların ismi açık açık yazılırken, erkeklerin ismi rumuzla verilirdi.

Bir gün dayanamayıp, ahlak masası komiserine sordum, “Neden kadınların adını yazıyorsunuz da, erkeklerinkini açıklamıyorsunuz” diye.

Yanıt ilginçti: “Onların ailesi, çoluğu çocuğu var! İsimleri deşifre olursa yuvaları yıkılır, yazık!

Ya kadınların adını da yazmayacaksınız, ya da erkeklerin ismini açıklayacaksınız, aksi halde bir daha hiçbir haber için gelmem” diye tepki ve protestolarım üzerine, daha sonraki olaylarda kadınların ismini de rumuz olarak vermeye başlamışlardı.

                                                                                     ***

Memlekette güya “namus uğruna” bu kadar cinayet işlenip de kadının namus ve onurunun böylesine hiçe sayılması nasıl bir çarpıklıktır?

Polisin, kadını polis merkezine götürürken cinsel tacizde bulunduğu ve darp ettiği anlarda kocası da yanında.

Yani bir kadına kocasının yanında tacizde bulunup, darp etmek “o kadın alkollü olsa, polise saldırmış ve hakaret etmiş olsa bile” hangi namus ve ahlak anlayışının ürünü olabilir?

Hadi diyelim ki kötü bir tesadüf olmuş, talihsizlik yaşanmış, kadıncağız bu üç ahlaksız polise denk gelmiş.

Peki ya diğerleri?

                                                                                  ***

Olaydan sonra kadın, isimleri Beyit Sezgen, Hakan Yörük, Tekin Doğan olan polislerden şikayetçi olurken, polisler de başlarına sonradan iş açılacağını tahmin etmiş olmalı ki kadından şikayetçi olmuşlar.

Her iki dava da halen sürüyormuş.

Ve savcı da kadının açtığı davada polisler için 1.5 yıl hapis isterken, kadının polise hakaret ve mukavemetten 6.5 yıla kadar hapsini istemiş.

Böyle bir durumda adaletin, yasaların, hakim ve savcının hangi tarafta olması, kimi koruyup, kollaması lazım?

Kamu görevlisi diye polisi mi, yoksa onuru ayaklar altına alınan kadın mağduru mu?

                                                                                   ***

Bundan 8-10 yıl kadar önce, gazeteden arkadaşlarla Emniyet Müdürlüğü binasına girerken iki polisin saldırısına ve darpına uğradık.

Elbette hemen gidip şikayetçi olduk. Emniyette saatlerce ifade verdik. Sonra olay kapatıldı.

Konuyu yakından takip eden dönemin Valisi Erhan Tanju, özel emirle dosyayı yeniden açtırdı. Olay, ısrarlı takip üzerine adliyeye intikal etti. Bir gün savcı, dosya ile ilgili ifademi almak için çağırdı, gittim.

Her iki polisten de şikayetçi olduğumu yenilediğimde savcı bey sıkıntılı bir şekilde beni iknaya başladı.

Bakın, bu çocuklar da ifadelerinde zaten yaptıklarından pişman, savcım ters bir ana geldi, aslında olmaması lazımdı falan diyorlar. Şimdi böyle bir dava açılırsa işlerinden, ekmeklerinden olacaklar. Siz en iyisi bu işi uzatmayın ve şikayetçi olmayın, dava da kapansın” dedi.

Hayır ben şikayetçiyim ve vazgeçmiyorum” diye ifademi verip, ayrıldım.

Fakat, polislerin verdiği ifade kafama takıldı.

Ertesi gün soluğu adliyede aldım.

Hazırlıktaki arkadaşlardan rica edip, dosyaya baktığımda şaşkınlıktan dona kaldım.

Polisler, savcı beyin dediği gibi özür, pişmanlık belirtmek bir yana, “Emniyet binasına zorla girmeye çalıştılar, mukavemette bulundular, saldırdılar” gibi, bir sürü aslı-astarı olmayan isnatta bulunuyorlardı.

Ve savcı bey, davacı olduğum konusundaki ısrarıma rağmen, dosyayı takipsizlik vererek kapatmıştı.

                                                                                  ***

Fevziye Cengiz’in avukatı, İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, Beyit Sezgen, Hakan Yörük, Tekin Doğan adındaki polislerin görevden alınmalarına talep ettiklerini, soruşturmanın genişletilmesi talebiyle yaptıkları başvurunun da reddedildiğini belirtiyor.

Olay ne zaman ki televizyon ve gazetelere intikal edince, aynı İçişleri Bakanlığı, olayla ilgili bilgi ve belge istiyor.

Üç polisin, olayın hemen ardından bir-kaç gün görevden uzaklaştırılıp, sonra yeniden dönmesi  ve  bugün halen görevlerinin başında olması, devletin de olaya yaklaşım tarzının ne olduğu konusunda bizi yeterince aydınlatmıyor mu?

Bu kafa yapısı ve yönetim anlayışı ile, bu ilkellikle, bu vatandaşa karşı devletin kendi kendini koruma refleksi değiştirilemedikçe, bu ülkede kadına yönelik şiddetin sona ermesi mümkün müdür?

Bu nasıl bir insanlık ve namus anlayışıdır tanrı aşkına?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Namustan anladığımız buysa!