Kültür mirasımıza sahip çıkıyor muyuz?

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Gaziantep’in UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine aday olduğunu okuyunca, çok memnun oldum. Herhalde aday olmanın da belli kriterleri var, büyük olasılıkla aday olur da, seçilebilir mi? Çok zor! Bugüne kadar Kültür envanteri yapılmadı... Çalışmalar sadece bir bakış açısıyla değerlendirildi. Halbuki kültür öğelerini değerlendirirken önce bilgili olup, konuda tarafsız ve şeffaf olmak gerek...
Kültür, iyi edebiyata, müziğe, sanata veya yemeğe mennun olmaktır. Bir biyolog için mikroorganizmaların büyüdüğü bir bakteri kolonisidir. Ama antropologlar ve davranış bilimcileri için kültür; insanların geçmişlerinden öğrendikleri davranış biçimleridir. Antropolog Edward B. Tylor, 1871’de yazdığı “İlkel Kültür” isimli kitabında kültürü şöyle tarif etmiş: Kültür, geçmişimizden elde ettiğimiz bilgi, inanç, sanaat, hukuk, ahlak, gelenek ve diğer huyların bir bütünüdür.
Kültür, hayatta kalabilmek için çok gerekli ama aynı zamanda çabuk kırılabilen bir olgudur. Sürekli değişir ve kolaylıkla da kaybolur. Çünkü, sadece kişinin kafasında vardır. Yazılı lisanlarımz, devletlerimiz, binalarımız ve insan yapısı olan herşey kültürün ürünüdür. Bu saydıklarımızın kendileri kültür değildir. İşte bu nedenle arkeologlar kültürü doğrudan kazamazlar. Kırılmış çömlek parçaları, diğer sanat eseri buluntular eski insanlara ait eşyalar bize o insanların kültürel biçimleri hakkında fikir verir. Bulunan objeler insanların kültürünü gösterir. Zira, o eşyalar, onları yapan insanların bilgi birikimi yani kültürlerinin eseridir.
UNESCO’dan gelen temsilciler, Bey Mahallesi, Rum Kale ve Zeugma ile çok ilgilenmişler. Bakın, işte şeffaflık devreye girdi bile. Bey Mahallesine Ermeni Mahallesi denemiyor mesela. Yasak! Halbuki, Antep’in Kudüs kenti gibi bir yapısı var: Müslüman Mahallesi, Yahudi Mahallesi ve Ermeni Mahallesi. Yahudi ve Ermenilerin şimdi Gaziantep’te yaşamıyor olmaları tarihi değiştirmez ki... Bey Mahallesinde yer alan Hasan Süzer etnoğrafya müzesi, Antep işi tüccarı Garuç Karamanukyan’ın evi. Evin ilk restorasyonu sırasında birinci katında yer alan balkonundaki duvar resimleri o zamanın şartlarında titiz bir çalışmayla yeniden boyanmıştı. Sonra ne akla hizmeten bilmiyorum, o resimlerin üzerini boyadılar, görünmez oldu. Evin duvarlarına tabelalar astılar. Birisinin üzerinde “haremlik”, diğerinde “selamlık” yazıyordu. Ermeni evinde haremlik, selamlık olur mu? Zaten evin mimari yapısı da haremlik, selamlığa uygun değil... Aynı evin, şahane bir ahırı ve mağarası var. Ahır kısmına, birkaç büyük küpten oluşan bir pekmez çıkarma ünitesi monte ettiler. Evin ahırında pekmez çıkarıldığı nerede görülmüş?
Rumkale ve civarı, çok önemli yerlerdir. 13. Yüzyılda orada yazılan ve özel bir sanat olarak kabul edilen, el yazması, resimli incil sayfaları ile hiç ilgilenildi mi mesela?
Arkeoloji Müzesinin kurucusu ve ilk Müdürü Sabahat Göğüş, hocası Von Der Osten ile Antep kalesinde 1938 yılında yüzey araştırması yaptığını söylerdi. Sabahat Hanım, çok çalışkan bir insandı, müdürlük yaptığı uzun yıllarda çevrede yabancı ekiplerle araştırmalar yaptığını biliyorum. Sabahat Hanım’ın raporları mutlaka müzede vardır. Onlardan hiç faydalanıldı mı?
Burhan Oğuz, Türk Kültür tarihine Giriş isimli eserinde “bu eser sadece bir denemedir” diyor. Görevi gereği Anadolu’da gezdiği için farklı kültür olgularıyla karşılaşıp not alıyor. Ancak, notlarını kitaba dönüştürürken örnek alabileceği, sentez veya analiz yapabileceği başka bir eser yok. O nedenle kendi sistemini de kuramıyor. Netice olarak, çok dağınık şekilde değinilmiş yığınla hadise ve kavramlar çıkıyor ortaya. Böyle bir kitabı yapabilecek editör olmadığı için de kitap, Oğuz’un yazdığı şekilde karman çorman basılıyor... Sırf beslenme teknikleri üzerine yazdığı kitap, 925 sayfa... Çok değerli bilgiler var içinde ama, sistematik olmadığı için yeteri kadar kullanamıyoruz. Ülkemizde böyle sorunlar da var, maalesef. Burhan Bey bize burada güzel bir mesaj da veriyor: “önce bol bol okuyup, fikir edinin, analiz, sentez yapın, bildiklerinizi sonra yazın” diyor.
Sevan Nişanyan’ın “Adını Unutan Ülke” diye bir kitabı var. Burada Cumhuriyetten sonra değiştirilen köy, kasaba isimlerinin çoğu bulunuyor. Kitabın Gaziantep maddesine şöyle bir baktım, çok sayıda değişen köy ismi var. İsimler bize, yüz sene gibi yakın bir geçmişte kentin kırsalında neler olup bittiğini, kimlerin yaşadığını, neler yetiştirilip pazarlandığı konusunda engin bilgi veriyor. Araban’ın Süpürgüç isimli köyü, Aziz Halaskâr, yani Hz. İsa demekmiş... Fenk diye bir köy ismi manastır anlamına geliyormuş, demek ki bir manastır vardı. Aynı şekilde Kilisecik, Yukarı kilisecik, Aşağı kilisecik, Üç kilise gibi isimler de oralarda bir zamanlar kiliseler olduğunu gösteriyor. Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bunlar. Antep’e Hiristiyanlık tarihi açısından bakıldı mı hiç? Burada bir parantez açıp, misyonerleri de eklemek istiyorum. Misyonerler, başta sosyal yaşam olmak üzere birçok konuda iz bırakmışlardır. Bayan Fanny Shepard’ın yaptığı bitki koleksiyonu ile Prof. Dr. Asuman Baytop ilgilendi ve kitap yazdı. Bu koleksiyonda yer alan bitkilerin hiç olmazsa isimleri müzelerden birinde sergilenemez mi?
Değişen köy simlerini incelediğiniz zaman, köylerinin bir kısmının Kürt aşiretlerine atfen isimlendirilidiğini görüyorsunuz. Aşağı Lolan, Yukarı Lolan, Bediran, Melikanlı, Belikanlı, Hayderan gibi. Gernik, diye bir köy var, Kürtçe “ılıca” demekmiş. Demek ki orada da doğal sıcak su kaynağı vardı... Burada da bir parantez açmak istiyorum. Gaziantep’in içinde bulunan Kürt tepe semtini bize 1900 lerin başındaki haliyle anlatan Mitat Enç’in kitabında yerin ismi “Türk tepe” olarak geçiyor. Kitabı düzenleyen kızı Zeynep Sinkil’e, “Mitat Bey, ne yazmıştı Kürt tepe mi, Türk tepe mi?” dedim. “Kürt tepe yazmıştı” dedi. “Peki neden değiştirip, Türk tepe yaptınız?” diye ısrar ettim. “Benim çevrem “Kürt tepe” yazmama müsade etmez” diye cevap verdi. Yorumu siz sayın okurlara bırakıyorum!
Değişen eski köy isimlerine dönersek, yine Araban’ın “Harari” İpekçi anlamına gelen bi köyü var, büyük olasılıkla ipek böceği yetiştiriliyordu.
Bugün Karkamış olan ilçenin ismi, Hierapolis/Cerablus’dan geliyormuş. Hierapolis tapınak kent demekmiş. Suriye sınırı Cerablus’u bölünce, bizim topraklarımızda kalan bölüme önce “Barak” sonra Karkamış ismi verilmiş. Tel/Til ile başlayan köy isimleri Arapça tepe anlamına geliyor. Kfr, bizim yazışımızla Kefer ile başlayan kelimeler ise, Süryanice köy demekmiş.
Şimdiye kadar, bilinçli veya bilinçsiz ilgilenilmemiş bir dolu kültür öğesi var Gaziantep’te... Umuyorum ve diliyorum ki,UNESCO Kültür Mirasına girmek için bugüne kadar uygulanan bakış açısı değiştirilir...

















Kültür mirasımıza sahip çıkıyor muyuz?