Hilafet

YAYINLAMA: 21 Mayıs 2020 / 20.13 | GÜNCELLEME: 21 Mayıs 2020 / 20.13

Günümün büyük bir bölümünü okumakla geçiriyorum desem yalan söylemiş olmam. Aklıma takılan birçok konu var, bunların cevabını aramaktayım. Bilhassa tarihle ilgili olanlar, benim merakımdan dolayı, en çok okuduğum konulardır. Tarihsel olaylardan hep ders çıkartmaya çalışmışımdır. Bir tarih öğretmenimiz vardı, rahmet dilerim, hep savaşlar ve neticeler üzerinde konuşurdu. Hiçbir zaman savaş nedenini ve bu savaşın sonrasında yapılan antlaşmaların, savaş nedenleri konusunda nasıl etkilediği üzerinde hiç tartışmazdık. Halbuki en önemlisi savaş nedeni olması gerekir. Çünkü savaşın çıkmasına neden olan huzursuzluk, bir veya birkaç nedene dayanır.

Nedenlerin neticelerinden savaş sebebi olan hadise ne kadar etkilenmiş, onun incelenmesi gerekir. Mesela 1711’de yapılan Prut savaşı ve Osmancık’lı Mehmet Paşa’nın Ruslarla yaptığı antlaşma. Çorum, Osmancıklı Mehmet Paşa’yı biz Baltacı Mehmet Paşa olarak biliriz. Savaşa sebep ne olmuş ve Rusya’nın sayıca az olan ordusu karşısına çok büyük bir ordu ile yürüyen Baltacı Mehmet Paşa neden Rus ordusunu imha etmemiş? Neden anlaşmayı kabul etmiş, bunu kimse bilmemekte. 

Tarih boyunca Rusya’nın hiçbir zaman Osmanlı Devleti iyi geçinemediğini görmekteyiz. Osmanlı orduları her yüz yılda birkaç defa Rusya ile karşılaşmış, kimisinde kazanım, kimisinde ise kayıplar yaşamıştır. Tarihsel bakımdan analiz edildiğinde Osmanlı Devleti, güçlü dönemlerinde hazinesi dolu, Avrupa’daki ülkeleri bir şekilde haraca bağlamış, gelirlerin büyük bölümünü ise, saraylar yapmaya harcamıştır. Osmanlı’nın topladığı vergilerden, yatırım olarak Anadolu’ya gözle görünen kalıcı bir yatırım yapılmamıştır. Bu yapılan eserler içinde sadece Mimar Sinan’ın 375 eserinin büyük bölümü İstanbul’ a yapıldığı bir gerçektir. 

Saltanat, Sultan Süleyman’dan sonra, daha çok Saraya kapanmış, beylikleri uzaktan kumanda ile yönetmeye çalışmıştır. Yeniçeri sefere çıkılmadığı için yağma yapamadığından huzursuz, geliri kısıtlanmış, asker yoksulluk çekmiş, Ocak içerden kaynamaya başlamıştır. Bu kaynamada çeşitli isyanlar İstanbul’da oluşur. Her isyanda Saray’ın verdiği tavizlerle daha da batağa doğru yol alınır. Başka ülkelerden borç almaya başlar. Alınan borçların ödeme zamanı geldiğinde, boş olan hazine tekrar borçlanır. 

Bu arada, alınan borçların karşılığı ve üretim olmadığından, Osmanlı borç batağına daha da batar. Osmanlı sultanlarının anneleri, genelde yabancı ırktan geldiğinden mi neden, ülkeyi sevmediklerine inanırım.  Ermeni Virjin, Arnavut Sofi, Yahudi Suzi olarak temayüz eden padişahların annelerinin, çocuklarına Lalalardan evvel Vatan ve Millet hakkında neler telkin ettiklerini bilmemekteyiz. 

İslami açıdan bakarsak, Muhammed’ten sonra gelen 4 halifeden sonra, dini başkanlık mertebesine sahip son Abbasi halifelerini, Mısır seferinde, himayesine alan Yavuz Sultan Selim, son halifenin ölümünden sonra halifelik payesini üzerine almıştır. Sultan Selim’den sonra gelen her padişah, halifelik görevini üstlenmiştir. Yavuz Sultan Selim’den bu yana gelen, halifelik vecibeleri, dini liderliğin icaplarını da yerine getirmek mecburiyeti doğurmuştur. 

Son Halife Abdülmecid Efendi 19 Kasım 1922’de Büyük Millet Meclisi tarafından oy birliği ile halife seçilmiştir. Ancak 1 Kasım 1922’de yine Büyük Millet Meclisi, saltanatın hilafetten ayrılmasına ilişkin yasayı da kabul etmiştir. Bu iki işlemin yapılma sırası konusunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, buna mezun muydu diye hep düşünürüm.  

Türkiye Cumhuriyeti Millet Meclisi 03.03.1924 tarihinde resmi gazetede yayınlanan 431 sayılı yasada ilk madde aynen şöyle demekte:

  1. ‘’ Halife hal’ edilmiştir. Hilafet Hükûmet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.’’

Şimdi Türkiye’de her söylediği söze kanun çıkartan, ancak kanunen sorumlu olmayan, ülkeyi dilediği gibi yönetmeye kalkan birisi çıksa, mademki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hilafet hakkında karar alabiliyor, öyleyse, dese ki ‘Ben Halife olacağım,’ bununla ilgili Büyük Millet Meclisine bir de kanun tasarısı gönderse, böyle bir olasılık karşısında milletvekilleri ne diyebilir, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına. 

Hilafet