Çocukların oyunlarına dahil olmak (2)
“Oyunsuz büyümek zorunda kalan nice çocuklara”
Bilimsel alanlar, psikologlar, pedagoglar, çocuk uzmanları, eğitimciler vb. çocuk ve bebeklerle düzenli oyun oynamayı önerirler. Hayatı oyunsallaştırmayı; ihtiyaç, sosyalleşme, zihinsel bedensel koordinasyona etkileri açısından gerekli bulurlar. Bilgi, beceri, yetenek gelişimi için oyunun zaruretini hepimiz fırtına etkisiyle savururuz. Okul öncesi çocukları oyundan bağımsız kurgulayamayız. Gerçeği de böyledir.
Yine uzmanlar ve deneyimli ustalar; çocukların merakını gidermede, hayal dünyasını genişletmekte, kendini keşfetmekte, çocuğun kendini açığa çıkarmada, oyun ortamlarını ciddi ve zaruri bir ortam olarak görürler. Oyun sürecindeki gelişmelerin yerini başka araçlarla veya yöntemle doldurmanın verimsizliği ve güçlüğüne dair devamlı uyarılar alırız.
Oyunla: Çocuk, dener, keşfeder, kurgular, yorulur, eğlenir, sabrını sağlar, kararlılığını ve dikkatini geliştirir; çocuğun deneyimi, algısı ve hafızası genişler. Umutlanmak, inat, güven duyması oyunda belirir. Hatta güzel bir uyku için de bol koşturmalı bir oyun da elzemdir! Hırs, kin, öfke, nefret duygularına kendini kapatan en iyi alandır, çocuklarla oyun. Temiz duygularla, eşit birliğe dayalı bir oyundur, çocuk hayatı.
Tüm bilmelerin, bilgilerin yanında birçok ebeveyn çocuğun yaşı ilerledikçe oyunu; gereksiz, zaman israfı, abartılı, kuralsızlık ve boğuşmayla eş güdümlü düşünür. Özellikle okula başlama ile birlikte çocuklarda; ciddileşme, olgunlaşma, normalleşme, normlara uyma, sınırlara sığma, kalıplarda tutunma ve “işini yapmaya yöneltme” algımız fışkırır. İşte bu dönemlerde karşılıklı burun kıvırtmalar, memnuniyetsizlikler, ailede tatlı tatlı çatışmaların sesi hissedilir, çocukluk çatırdar. Aile büyükleri, artık geleneksel varlıklarına dönüş pozisyonundaki yerlerini almaktadırlar.
Çocuğun çocuk olmaktan çıkmaya başladığı süreç, okula adımıyla hızlanmıştır. Artık sahnede, “zamanında uyu, zamanında kalk,” “uslu dur,” “sakin bir delilik yapma,” “herkes gibi ol,” “ödevini, eşyalarını unutma,” “bir dediğini iki etme,” yemeğini kesin ye!” sesleri ile terbiyeci roller uçuşur. Çocuklar için çok erkenden, toplumsal rollere kuşanmanın ağırlığı hazırlanmıştır bile. Artık çocuk, bir anne, baba gibi, hatta evde varsa teyze, amca, nene, dede ile aynı olmaya zorlanmaktadır.
Oysa günümüzde en çok tartışılan konuların başında, oyun içinde hayat bulmayan bir eğitim sürecinin verimsizliği ve başarısızlığıdır. Eğitimi gelişmiş ülkelerin, eğitim anlayış ve yaklaşımı “anlatarak değil, yaşayarak öğrenmenin” öncelliği esas kabul edilerek, planlamalara geçilmiştir. Yani çocuk kirlenmeyi öğrenecekse, “çocuğun çamurlu sularda oynamanın öğreticiliği,” eğitimde model olmaya daha çok yakın görülüyor. Eğitim artık yaşamadaki sorunlara dair beceri ve bilgeliği kuşanmak ise eğer; öğretim, kuram, ezber, teori, anlatım ve kuru bilgi karşısında, “eğitimde oyunlaştırma” çoktan değer kazanmış durumda.
Çocuklar doğmadan çocuğun yaşamına olduğu gibi, oyun yaşına da sınırları koymuşuz. Hatta çocuk doğmadan onun tüm rollerini belirlemişiz; çocuğun ilgilerini, işini, kişiliğini, kariyerini, başarılarını o doğmadan kararlaştırmışız. Çocuğumuz olacak: En iyi hastanede doğacak, iyi okullarda eğitim görecek, akıllı olacak, başarılı olacak, saygın olacak, şu şehirde yaşayacak, falanca ülkede eğitimine eğitim katacak, “paşa olacak, bey olacak” diyerek, başlamadan biten bir çocukluktur bizimkisi! Hani oyundu hayat, hani oyundu çocukluk?
“Oyun çocuğu, oyun insanı olmaya” acilen ihtiyaç duyulan bir dönemeçteyiz. Oyunla eğlenmeye, gülmeye, neşelenmeye, sevmeye, güvene, saygıya, sosyalleşmeye koşmak gerek. Oyun paylaşmaktır, oyun dayanışmadır, oyun güç birliğidir, oyun özveridir, oyun üretmektir. Oyun; yıldızlara, renklere, mevsimlere, okyanuslara, sonsuzluğa ve hayallere yüzmektir. Oyunu zaman kaybı, oyunu emek kaybı, oyunu yaşamdan giden, oyunu kazançtan kayıp görmek, çocuğun yanlışa köleleşmesine zemin sunacaktır.
İnsanlığa, yaşama gerçek değer katanlar; farklı bakabilenler, merak dolusu olanlar, öğrenmeye istekli olanlar, cesur olanlar, iyilik ve doğrulukta ısrarcı olanlardır. İşte çocuk oyunları tüm zeminlerin bu baş besleyicisi olabilir. Çocuklarımıza, hiçbir ayrımcılığın olmadığı, özgür, eşit oyun ortamlarının sunulduğu, bilimsel, gerçeğe, akla, iyiliğe, hoşgörüye, saygıya dayalı hayat oyunlarını sunmalıyız. Çocuklarımızı geleceğe hazırlarken; onların sevgi, dostluk, kardeşlik, dayanışma, adalet, iyilik ve doğruluk ruhlarına sahip çıkmalıyız. Hayat oyundan ibaretse çocukların oyununa dâhil olmakla gurur duymalıyız.
Ama unutmayalım!
Evi, yurdu, ailesi, okulu, bahçesi, sokağı, oyunu olmayan milyonlarca çocuğa oyun borcumuz var.
Açlık, sefalet, yoksulluk, susuzluğun boyunduruğunda, “doğarken işçileşmiş” çocuklara oyun borcumuz var!
Yurdundan, toprağından, ailesinden, doğasından, hayallerinden ve yaşamlarından koparılan nice çocuklara bir oyun borcumuz var.