Özgürleşme olmadan sevgi canlı kalabilir mi?

Hayatı tekdüze ilerletmenin sancısı tabiatımızın her iklimini çürütüyor. Bu durumun ürettiği mekanizma doğamızı kemiriyor. Evet, kalıpçı kafa çığırtkanlığı ufkumuzu aşağı çekiyor. Onun için kaygı doluyuz! Çünkü bir uçtan diğer uca hegemonyanın denetimindeyiz. Böylece hayatla olan ilişkimiz “kör dövüş” uzuyor ve uzadıkça zihin dünyası da yoruluyor. Baskın kültüre uyumlandıkça küflenmiş alanlara kendimizi kapatıyoruz. Onun için bazen kalbin her duvarının yarıldığını hissederiz.
İnsan kendi kafatasına, kendi tepesine neden kara bulutları akıtır ki? Neden kendi kendine ve özüne saldırıya geçer ki, neden kendiyle çarpışıp dağılır ki? Belki de insan benliğine inşa edilen baskıların vuruşuyla dibe çekiliyor. Çünkü provokatif fikirler, sağanak halde damlıyor ve siber gücüyle benliğin her hücresini esir alıyor. Böylelikle doğruyla yanlışın, iyi ile kötünün ayrımına varmak zorlaşıyor. Sonra çoğu duygu ve düşünce kendimizin olmaktan çıkıyor.
Zihnimizin ışık alan tarafları çoktan kendini aydınlığa kapatmış. O nedenle olacak ki, olduğumuz zemine ve duruma çakılıp kalmışız. Böylece açığa vuran ruhsal uğultumuz umudun belini büküyor; üretken dokuları köreltiyor. Kısaca, insanın bütün bilinmeyen dertleri ve gelmiş geçmiş (gizlenmiş) bütün hastalıkları ileri patolojik aşamasıyla dünyanın canına okuyor.
Kontrolümüzü kaybettikçe egemen güç sahneyi alıp bildiklerimizin yuvasını oynatıyor. İnsana değersiz ve hükümsüz olduğunu hissettiriyor. Devamında hiçlik varlığımızda boy atıyor. “Her dakika bize yüzyıl oluyor.” [1] İşlevsiz ve etkisizleşen toplumlar, hiçbir mevsim ne üşümeyi biliyor nede ısıyı hissediyor. Böylece insan kendi evrimini atlayıp çeyrek yüzyılda binlerce kez yaşlanıyor. İşte onun için, “herkes olduğundan sert görünüyor.” [2]. Onun için kalbimiz ısınmıyor.
Uygarlıkların ürettiği kavramlar ve değerler de elbette bu karmaşadan nasibini alıp, kimlik değişikliğine uğruyor. Barış, sevgi, kolektivizm, eşitlik, komün yaşam, özgürleşme, haklar, farkındalık, mutluluk, sevinmek gibi birikimler iyice sersemletilmiş. Bunların her birinin içine başıboşluk ve anlam yitimi mayalanıyor. Onun için bu taleplerimiz yerine ulaşmadan buhar oluyor.
Mesela barış nedir? Ve bunun çelik ayağı olacak dinamikler nelerdir? Barışı her şeyin öncüsü yapacak ilkeler nelerdir diye soruyor muyuz? Dünyaya eşitsizlik hükmediyorsa, hukukun üstünlüğü korunamamışsa, sömürü çoğalıyorsa, dünya kaynaklarından payımıza düşeni alamıyorsak, azınlık-üstünlük kastı mevcutsa barış konuşlandırılabilir mi? Dünya, iyi bir dünya ve güvenli bir dünya olacaksa elbette ki barış sağlanmalı. Ama barış sadece savaşın veya çatışmanın sona ermesi değildir. Barış, gündelik yaşamın kendi iç dinamikleriyle ve temel zorunluklarıyla en mikro ilişkide canlı tutulmalıdır. Aile içinde, mahallede, üretim ve tüketimde, çalışma yaşamında, kamusal hizmetlerde, eşler veya sevgililer arasında… eşitlik, kolektivizm, hakkaniyet ve liyakat ölçütleri yükseldikçe barış inşa olur.
Sevgi mesela, nedir ki? Güven, saygı, zarafet, değer verme, önemseme, sempati, eşit ilişki kuruldukça sevgi üretilebilir. Özgürleşme olmadan sevgi canlı kalabilir mi? Peki, haklarımızı kullanmadığımız, ilgi ve yeteneklerimizi geliştiremediğimiz, sözümüzün geçmediği, tarafsızlığın yitirildiği, sanatta ve eğitimde herkesin dilediğince gelişme imkânı bulamadığı ortamda özgürlük ne denli vardır ki? Cinsler arası, ırksal, kimliksel, kıtalararası ayrımın körüklendiği dünyada özgürlük veya barış ne denli yaşar ki? Unutmayalım, “aykırılık ve farklılıkların içinde muhteşem benzerlikler yatar.” Ve bunları açığa çıkarılabilme olanakları sağlandığında barış kristalleşir, özgürlük dalgalanır, adalet terazisi dengede kalır.
“Toplumlar(insan) olgunlaştıkça eski ülkülerin yerine yenilerini koymayınca yıkıntılar arasından yeni bir şeyler çıkarmak zorunlu oluyor.” [3] Binlerce beton kapak kafamıza çöreklense de insan daha çok ışık demetine muhtaç olur. İçte dövünmek hiçbir varlığa serbestlik sunmaz.
Sınırsız saydığımız güç, kuvvet, iktidar, erk bir gün yoksullaşır, incelir, kırılganlaşır ve ömrünü tamamlar. Binlerce yıllık deneyim bunu bize izah etmiyor mu? İşte bunun için barışı, özgürlükleri, sevgiyi ve kolektif yaşamı azimle diri tutmalıyız.
Hepimizin içinde yarım kalmış hayatın acısı var. Belki bazen hayallerimiz de yorulur, duraksar, incinir ama; “sevinçler ve mutluluklar peşinde olmak bile insanı güzelleştiriyor, dünyayı yaşanır kılıyor.”
Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:
Beyaz Geceler - Dostoyevski[1,2,3,4]
Bir Aşk Sayfası - Émile Zola
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
