Pandora'nın Pithosu (Kutusu): Simgesel Olarak Lanetin ve Kötülüğün Doğuşu-(Part 4 ve Son)

YAYINLAMA: 17 Temmuz 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 16 Temmuz 2025 / 19.01

Yıllardır süregelen bir klişeyi duyduğumda, ilk tepkim genellikle onu onaylar gibi yapmaktır. Fakat bu klişe artık süreklilik arz etmeye başladığında tepkim başka bir boyuta geçer. Bu durumda şunu sorgularım: “Nasıl yani! Siz bunca zaman bu anlattığınız, sitem ettiğiniz, günümüzün sorunu diye bahsettiğiniz şeyin aslında tarihin ilk anlarından beri devam ettiğini; her dönemde aynı zorlukların, aynı söylemlerin, aynı yaklaşımların ve uygulamaların tekrar tekrar karşımıza çıktığını görmüyor musunuz?”. Kısaca yaşananlar, yaşadıklarımız ve büyük bir ihtimalle yaşayacaklarımız sürekli olarak üzerimizde tam anlamıyla “Déjà vu” yaşatıyor. Acaba neden? Daha önceki yazılarımda buna, Nietzsche'nin "Bengi Dönüş" adını verdiği, bir nevi "sonsuz dönüş" veya "ebedi dönüş" olarak değinmiştik. Buna göre, sonsuz zamanda sonlu varlıklar sürekli olarak aynı şeyi deneyimler ve bu yüzden de değişmeyen tek şey aslında insanın kendisidir.

Mesele sadece insanın doğası gereği eksik bir varlık olması, başka bir deyişle, duyu ve bilişsel organlarının sadece “aşkın dünyayı” kavrayacak yeterlilikte olmaması değildir. Bununla birlikte, Platon’un “İdealar Dünyası” ile Jung’un gölge arketipleri bize şunu göstermektedir: İnsan zihni yanılmaya o kadar müsaittir ki kendisine gösterilen gölgeler dünyası ile özünün temelini oluşturan yapıların (kodların) etkisiyle düşünce, tutum ve davranışlarını şekillendirir. İşte insan; gerek eksik bir varlık olarak gerekse her doğumda benzer kodlarla, yani iyi ya da kötü arketiplerle, “hayat” denilen bir alemin bir deneği olarak sürekli dünyaya gelir, kendinden önce yaşayanların yaşadıklarını yaşar ve yaşatır. İnsan bu bengi dönüşün arkasındaki sırrı çözemediği veya göremediği için sürekli olarak aynadaki figüre göre değerlendirmeler yapıp yanıldıkça yanılıyor, hayal kırıklığına uğradıkça uğruyor. Adeta bir dönme dolapta bulunup sadece kendisine gösterilenlere odaklanmaktan varoluş sebebinin farkında olamıyor ve bu dönüş süresi içerisinde meydan gelen olayları, olguları, deneyimleri “kader”, “talih” gibi sözcüklerle ifade ederek kendisini teselli edip duruyor.

Peki, Pandora ile bu ebedi dönüş arasında nasıl bir ilgi ya da ilişki var ki böyle anlaşılması zor konulara girdik?

Bu önemli ve hassas konuyu kendi okuduklarımdan yola çıkarak irdeleyeceğim. Gerek önceki yazılarım ve gerekse Pandora’ya ait önceki bölümlerde öne sürdüğüm düşünceler ve bu yazıda yaptığım çıkarımların, benim şahsi görüşüm olduğunu bilmenizi isterim. Bu arada, nasıl ki bilimde salt veya mutlak doğru yoktur, bu denemelerde yapılan çıkarımların da salt doğru olduğunun iddia edilemeyeceğini bilen fani bir okur yazarım. Dahası, Protagoras adlı bilge veya sofist, “insan her şeyin ölçüsüdür” demiştir. Bu, doğru ya da yanlışın kişiden kişiye değiştiği anlamına gelir. Bundan dolayı herkesin ya da her beyin taşıyanın kendine ait şahsi fikri olması en doğal hakkıdır.

Konumuza dönersek, mitolojik öyküler ve söylenceler bize bir toplumun başta inanç sistemleri olmak üzere toplumsal değerleri, gelenekleri, sosyal normları, davranışları ve yaklaşımlarının arkasındaki motivasyonun yanında insana dair sırları simgesel olarak anlatmaya çalışır. Hem bir özne olarak Pandora hem de bir cisim olarak Küp’ün simgesel olarak gizemlerini çözebilmek için analitik bir düşünce perspektifinden yaklaşmak gerekiyor.

Gelin bu bölüme Pandora’nın imal edilmesiyle, pardon, Zeus tarafından verilen bir emir ve Pandora ile başlayalım. Etimolojik olarak Pandora hem “Pan” hem “Dora” olarak incelenir. “Pan”ın Yunan mitolojisinde iki bilinen anlamı vardır: Birincisi, “bedeninin yarısı keçi yarısı insan figürü şeklinde tezahür edilen; doğanın, çobanların ve sürülerin tanrısı”dır.; ikincisi ise dora sözcüğün türetildiği Yunanca “dōron” ile ilgilidir. Dōron, “hediye”, “armağan” olarak tanımlanıyor olsa da “bahşedilen”, “lütfedilen” anlamına da gelmektedir. Bu durumda “Pandora” sözcük olarak, tanrıların (yeryüzüne) bir lütfu veya armağanıdır. Soru şu: Baş Tanrı Zeus’un önderliğinde neden böyle bir armağan verme gereği duyuldu? Önceki bölümde belirtildiği gibi, “öfkeden”. Bu öfkenin sebebi ise ateş hırsızı Prometheus’un hileyle ve aldatmayla sadece Baş Tanrı Zeus’un sahip olduğu ateşi (yıldırım, şimşek ve tabii ki üstünlük ya da ayrıcalık sembolü) sıradan varlıklara aktarma çabasıydı. Ateş, simgesel olarak bir canlının ulaşabileceği, aydınlanmasını sağlayabileceği en ulvi, en ilahi bilginin kaynağını (tözünü) temsil eder. Aydınlanmış bir tanrı; her şeyi bilen, gören ve duyan ayrıcalıklı bir varlık olarak bu özel cevheri sıradan varlıklarla tabii ki paylaşmak istemezdi.  Sıradan varlıkların kendisinin sahip olduğu cevhere (töze) sahip olması durumunda, kendisinin diğerlerinden farkı ne olacaktı? Böyle bir durumda kimler ona kurbanlar kesecek, ziyafetler verecek, dualar edecek, yalvaracaktı!

Açıkçası Prometheus’un bu teşebbüsü; sınırların aşılması, hadsizlik ve bir nevi Zeus’a karşı şirk koşmaktan başka bir şey değildi. Ve bunun üzerine insanlığa ceza olarak gönderilmek üzere (belki de bir şeytan olarak adlandırılabilecek) Pandora isimli bir ölümlünün yaratılmasına karar verildi. Bu ölümlü; kelimenin tam anlamıyla kötülüğün, felaketin, hasetliğin bir prototipi olacak Pandora’dan başka birisi değildi. Zeus, “topal demirci” olarak bilinen zanaatkar tanrı Hephaistos’u çağırdı. Cazibesine karşı konulamayan Afrodit’i model olarak kullanarak su ve kil karışımı balçıktan insan sesi ve gücü vererek ölümsüz tanrıçalar gibi utangaç ama cilveli bir bakire olan (ölümlü erkeklerin karşı koyamayacağı) Pandora’yı şekillendirdi. Ardından, tanrı ve tanrıları çağırarak onlardan Pandora’ya kendilerinde olan özellikler vermelerini istedi: Baykuş gözlü tanrıça Athena ona dokuma veya terzilik sanatını öğretti; Afrodit baştan çıkarıcı bir güzellik, arzu ve kaygıları verdi; tanrıların ulakçısı meşhur Hermes ise Hesiod’un deyimiyle “onun göğsüne yalanlar (pseudea), kurnaz sözler ve hileli bir ruh koydu”. Artık o, tanrılar tarafından erkeklere bela olsun diye sunulan bir hediyeydi.

Peki “küp” simgesel olarak ne anlama geliyordu? Mitolojide “Pandora’nın Kutusu” olarak insanlığa yüzyıllardır anlatılan söylence, aslında “Pandora’nın Küpü”nden başka bir şey değildir. Gerek akademik literatürde gerekse diğer alanlarda Pandora’nın Küpü yerine Pandora’nın Kutusu olarak ele alınmasının arkasında Erasmus’un yanlış çevirisinin olduğu ve bu şekilde yaygınlaştığı anlatılır. Bana göre ise, Erasmus gibi zeki bir insanın bu hatayı bilmeden yapacağını düşünmek ve savunmak, çok düşük bir ihtimaldir. Kendisinin, Hesiod’un “küp” ile neyi kastettiğini en iyi anlayanlardan biri olduğunu ve bu konudaki hatasının bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. “Pithos”, yani küp ile kutu arasında oldukça önemli anlam farkı vardır. Kutu, sembolik olarak, ölümlülere (sonlu) ait özel herhangi bir şeyin muhafaza edildiği, saklandığı bir kap ya da eşya olarak düşünülebilir. Küp ise, tanrı ve tanrıçalar tarafından içine konulan kötülükleri barındırıyordu. Karşı konulamaz bir güzelliğe sahip Pandora’nın küpünün içindekileri ise Pandora’nın kendisi başta olmak üzere herhangi bir insan evladının merak etmemesi düşünülemezdi. Bir önemli nokta daha, metaforik olarak, “Pandora’nın Küpü”nün açıkçası kadının üreme organı yani vajinasını temsil etmekte olduğunu düşünmekteyim.

Pandora hazır olduktan sonra Zeus, ona küpü vererek onu Hermes aracılığıyla Prometheus’un (geleceği gören kişi anlamına gelir) kardeşi Epimetheus’a (burnunun ucunu göremeye saf birisi) gönderir. Abisi Prometheus’un onca uyarısına rağmen kendisine Zeus’tan gelen hediyeyi kabul eder ve ertesi gün Pandora ile Epimetheus evlenirler. Karşı cinsler arasındaki bu birliktelik sonucu artık insan kendinden değil, soylarının devamını kadın aracılığıyla sağlamaya başlar (Zıtlıkların birliği).

Önceleri ağır işlerde çalışmadan, hastalıklara yakalanmadan ve yeryüzünde herhangi bir kötülüğe maruz kalmadan yaşamını süren insan, artık küpün açılması ve içindeki kötülüklerin yayılmasıyla kaotik bir ortamın içinde kalır. Bu kaotik ortamda hayatta kalabilme adına kaygı, endişe, kıskançlık, hainlik, kurnazlık, samimiyetsizlik, vefasızlık, savaş, hastalık, kibir, nefret, ihanet, pusu veya kumpas kurmak, yalan söylemek ve iftira atmak gibi kötülükler kutunun içinden çıkıp insanların yaşadıkları her yere saçılır. Fakat kutunun hızla kapatılması ile içerisinde sadece ne kalır, biliyor musunuz? “Kutunun içindeki en iyi şey” olarak adlandırılacak şey, umuttur. Bir tek o dışarı çıkamaz. Umut ne demektir? Bir beklentinin gerçekleşmesi ve/veya yaşanılan bir güçlüğün karşısında dirençli durup sabırla, kararlılıkla, inançla pes edilmemesi için yaşama sıkı sıkı bağlanmayı sağlayan bir içsel duygudur. Acaba öyle mi?

Gelin bu yazı serimizde büyük üstat Friedrich Nietzsche’nin “İnsanca, Pek İnsanca” isimli kitabının 71 nolu aforizmasındaki umuda dair düşüncesini direkt olarak okuyalım.

“…Pandora kötülük dolu kabı getirip açtı. Tanrıların insanlara bir hediyesiydi bu; dıştan bakıldığında güzel, baştan çıkarıcı bir hediyeydi ve ‘Mutluluk Kabı’ denmişti ona. Zeus, öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın, yaşamı kestirip atmamasını, hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. Bunun için insanlara umudu verdi: aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır.”

O gün bugündür, sonlu varlıklar hiç durmadan adeta ebedi bir döngü içinde hiç bıkmadan huzuru, mutluluğu, barışı arayıp duruyor. Fakat sonuç hiç değişmiyor: Göz yaşı, kan, kalp kırıklıkları, aldatmalar, aldanmalar hırla döngünün içinde insanları kovalayıp duruyor.

Tüm kara bulutlara rağmen umudunuz bitmesin dostlar.

Pandora'nın Pithosu (Kutusu): Simgesel Olarak Lanetin ve Kötülüğün Doğuşu-(Part 4 ve Son)
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
M
Mine Ertem 26 dakika önce
Kaleminize sağlık. Mitolojiye bu denli derinlikli ve sembolik bir bakış açısıyla yaklaşmanız gerçekten etkileyici. Her bir bölüm, düşünce dünyamı biraz daha genişletti. Böyle anlamlı yazılarla okuyuculara ışık tuttuğunuz için teşekkür ederiz.