Tab-i Mustafa

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Türk sanat musikisinde önemli bir kaç husus vardır ki bunun nedenini yazılı belgeler arasında bulmam mümkün olamadı. Birkac yüzyılı tararsak genelde bestekarlar kullandıkları enstrümanlarla adlandırılmakta.

Tanburi Cemil Bey, Kemençeci Vasilaki, Klarnet Ramazan, Kemani Rıza Efendi, Kemani Bülbül Salih Efendi, Kemani Serkis Efendi, Kemani Tatyos Efendi, Kemençeci Nikolaki,  Lavtacı Andon, Lavtacı Civan Ağa , Lavtacı Hristo, Lavtacı Ovrik, Tanburi Ali Efendi, Tanburi Mustafa Çavuş, Tanburi İsmet Ağa, Tanburi Büyük Osman Bey, Santuri Ethem Efendi ve Udi Nevres gibi bestekarlar kullandıkları enstrümanlarla namlanmışlar. Beste yapmak için mutlaka enstrüman çalmak gerekmediği halde, bu bestekarlar hem sazende hem bestekar olarak bilinmektedir. 

Bu enstrümanların içinde bir tanesi alışılmamış bir müsiki aletidir. Klarnet. 1870’li senelerde dünyaya geldiği tahmin edilen Klarnet Ibrahim Efendi, çok güzel icraa ettiği klarnetin, Klasik Türk Musikisi’nde sazların içinde yer almasında israrcı olup, bu konuda sebat etmesinin neticesinde, bu gün klarnetin yerleşmesinde önemli katkılarının olduğunu görmekteyiz. Kimi zaman geçiş taksimlerinde klarnetin kıvrak sesi, dinleyenleri yoğun etkiler.

Türk sanat musikisinde sazlar içinde bir saz vardır ki, bu saz bütün sazlara ritm verir. Bu saz bir eserin çalınmasında önemli yer işgal eder, hatta onun vuruşu ile eser başlar. Bu önemli saz darbukadır. Darbuka çalıpta bestekar olan ve Bestekar ‘’Darbukacı ......’’ namlı bir sanatçı bulmanın imkansız olduğunu düşünmekteyim.

Bestekarlar yalnız çaldıkları entrümanlarla anılmamakta, başka lakapları olan bestekarlarda bulunmakta. Sol elini kullandığı için Yesari adını alan bestekar olduğu gibi, ablasının adı olan ‘’Nasibin’’ adı, kendi adının önünde anılan bestekar vardır. Bu lakaplar musiki cümbüşün içinde zenginliğin işaretidir. Bu lakapların için bir tanesi vardır, onun da nedenini bulmak için çok araştırma neticesinde ellerimin boş çıkmasına üzülmedim desem yalan olur.

Bu isim ise Tab’i Mustafa Efendi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yaşadığı dönem Sultan III Osman’ın üç yıllık saltanatında, sesinin güzel olmasından 1754-57 arasında Müezzin-i Şehri-yari  görevini yaptığı Osmanlı kayıtlarında bulunmaktadır. 1758 senesinde Kapıcılar Katibi görevine, bu görevi yürüten ağabeyi Mehmet Kudsi nin vefatı sonrasında atanmıştır.  

III. Ahmet zamanında, Lale Devri döneminde besteleri ile ün yapmış değerli bir bestekar olan Tab-i Mustafa Efendi, I. Mahmud döneminde de saray müzisyeni olarak çalıştığı bilinir. Sarayda aynı zamanda güzel yazı yazma sanatını icraa etmesi ile de ünlenen Mustafa Efendi’nin lakabı, hattatlık kabiliyetinden geldiği ve  ihtimal Tab-i Mustafa Efendi adı ile anılmasının nedeni olabilir diye düşünmekteyim. 

Tab-i Mustafa Efendi’nin eserlerinden günümüze kadar gelen bir kısmı Istanbul Universitesi kütüphanesinde bulunmaktadır. 1760’lı  senelerde görevini bırakıp evinde inzivaya çekildiği söylenir. Son bestelerinden bir tanesi, geçirdiği saray hayatını özleyen bir hayal dünyasını yansıtır. Ruşen Ferit Kam hocamız bizlere Tab-i Mustafa Efendi’yi anlatırken gözlerini kısar, uzaklara dalar giderdi, bir başka dünyayı seyreder gibi, onun bestelerini yaşardı. Bende de Mustafa Efendi’nin bir şarkısı derin izler bırakmıştı. Güftekarı bilinmemekle birlikte Yürük Semai Usulde, Tab-ı Mustafa Efendi tarafından bestelenen bu şarkı Bayati Makamdadır.

Gül yüzlülerin şevkine gel, nuş edelim mey aman aman


İşret edelim yar ile şimdi, demidir hey aman aman


Bu kavli sürahi eğilip sagara söylere, Neder


Dümderela dir, na tene dir, na tenedir hey

Bu güzel eseri yılların eskitemediği unutulmayacak bir sesten dinletmek istedim. Müzeyyen Senar.

 

Tab-i Mustafa