Kürt hareketinde kadın zayıf bir bileşen değildir

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Bu ülkeyi yöneten tüm kurum ve kuruluşlar, güç ve irade sahipleri hiç kusura bakmasınlar, bu çağda önümüzden her gün birkaç kadının cesedi geçerken, bu ülkenin insan haklarına, hukuka, saygılı, kadına insan olarak değer veren bir ülke olduğunu söyleyemeyiz.

Eğer bir toplumda, kadının can güvenliğini sağlamak için özel yasalar çıkarılıp, özel güvenlik önlemleri, koruma tedbirleri almak gerekiyorsa, o toplum “ilkeldir”, “çok sorunludur” ve o toplumun  inanç” ve “vicdanının” çok ciddi şekilde sorgulanması gerekir.

                                               ***                                        

Cennet anaların ayağının altındadır” diye savurup, sonra o anaları cehennem azabında yaşatmak ve  canına kastetmek, hangi inanç, vicdan, şuur ve hukukla açıklanabilir?

Başbakan’ın “En az üç çocuk” doğurmaya teşvik ettiği kadın, hangi zamanda eğitilip, ekonomik özgürlüğüne kavuşup, eşit bir birey olma mücadelesi verecek?

Kadınların en az üç çocuk doğuracağı toplum nasıl bir toplum olacak?

                                                                ***

Uzun zamandan beri, Kürt siyasal hareketinde kadın öznesi üzerine çalışan akademisyen Handan Çağlayan’ın tespitine takılıp kaldım.

Çağlayan, “Kürt hareketinde kadın zayıf bir bileşen değildir” diyor.

Gerçekten de öyle.

PKK’nın kurucuları arasında iki kadın olduğu biliniyor.

Dağda kadın-erkek birlikte savaşıyorlar. Cezaevinde kadın-erkek aynı işkencelere maruz kalıyorlar. Eylem için meydanlara, sokaklara birlikte iniyorlar. Kürt hareketini de örgütü de partiyi de kadın-erkek eş başkanlar birlikte yönetiyorlar. İmralı’ya birlikte gidiyor, Meclis grubunda kürsüye sırayla çıkıyorlar.

Kürt toplumu yurtseverliğin en temel koşullarından birinin kadına eşit yaklaşım olduğunu söylüyor.

Öcalan’ın son İmralı tutanaklarında, “kadın tanrısallıktır” demesi, Kürt toplumunun kadına bakışını göstermesi ve Türk toplumunun örnek alması bakımından önemli.

                                                   

Financial Times gazetesi, Paris’te öldürülen 3 PKK’lı kadın için düzenlenen cenaze töreni için, “Bölgede kadınlara sempatinin ne kadar derin olduğunu gösterdiğini” yazmıştı.

BBC ise, Kürt kadınlarının PKK içerisinde oynadığı "belirgin" role vurgu yapan geniş haber analizinde, Ortadoğu’daki çoğu isyancı örgütün aksine PKK’da çok sayıda kadın militanının varlığına dikkat çekti.



 O kadar muhafazakar bir toplumun kadınları paramiliter bir örgütte nasıl o kadar önemli bir yere geldiler?” sorusuna yanıt aradı.

BBC, Kandil’de çalışmalarda bulunan Norveçli akademisyen Dr. Kariane Westrheim’in “Birçok bakımdan PKK’daki kadın organizasyonu, hareket içinde bir hareket haline geldi” şeklindeki değerlendirmesine yer verdi.

Handan Çağlayan, Kürt siyasi hareketinde kadının yerini irdelerken, “1970’lerin sonundan söz ediyoruz. O dönem aslında Türkiye ’deki sol örgütlerin çoğunun kurucuları ya da merkez kadroları içinde benzer şekilde birkaç kadın var. Çoğu üniversite öğrencisi. Bu yönüyle çok özgün görünmeyebilir. Kürt hareketinin özgün yönü daha sonra hareketin toplumsal cinsiyet kompozisyonunu belirleyecek derece çok sayıda kadının katılmış olması. Köylerden, kasabalardan ya da kentlerde üniversite öğrencileri arasından kadınlar... ‘Dağa gitmek’ ya da ‘silahlı birimlerde yer almak’, “çatışmalara katılmak” gibi genel olarak eril kabul edilen şeyleri yapıyorlar ve aslında geri cephede falan değil, işin merkezinde yer alıyorlar” diyor.

                                                               ***

Bir de Türk siyasi hareketi içindeki kadına bakalım mı?

En fazla kadın vekil ve yöneticinin “muhafazakar” kimlikli, toplumsal yapıya “paternalist”* yaklaşan AKP’de olmasının, bu siyasi hareketin altyapı ve zihniyet olarak kadına verdiği önem ve değerden değil, kadının kitleleri etkileme ve örgütleme gücünden yararlanma esasına dayandığını tartışmamıza gerek yok.

Milliyetçi ve ulusalcı kanalın iflah olmaz temsilcileri CHP ve MHP, kadına daha mı çok değer veriyor?

Ne münasebet.

İkisi de zar-zor kadrolarına yerleştirdikleri birkaç kadını (ki o kadınların da zaman içinde erkekleşmiş ve radikalleşmiş kadınlar olduğunu görüyoruz) saymazsak tamamen erkekleşmiş, kartlaşmış, katılaşmış yapılarıyla kadın ve kadın hakları konusunda topluma verebilecekleri konusunda pek ümit vaadedemeyen bir yapıya sahipler.

Kısacası, BDP’deki yani Kürt siyasi hareketindeki kadın ağırlığı ve etkisini, diğer siyasi partilerde görmek mümkün değil.

Ve de “kadın” açısından aynı düzeye gelebilmek için epeyce bir fırın ekmek tüketilmesi gerektiği aşikar…

                                                               ***

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, her ne kadar devletin kadına şiddette “sıfır” tolerans noktasına geldiğini, tüm mevzuatların, kadın erkek eşitliği ilkesini gözeten bir yapıya kavuşturulduğunu söylese de ne yazık ki, Türk toplumunda ciddi bir zihniyet dönüşümü yaşanmadan, kadın hep geri planda kalmaya, ezilmeye, horlanmaya, dövülmeye ve öldürülmeye devam edecek.

Başbakan Erdoğan ancak son zamanlarda, ''Çocuğunun gözü önünde savunmasız bir kadına, bir anneye el uzatmak, onu bıçaklamak, ona saldırmak, onu katletmek vicdan dışıdır, insanlık dışıdır, vahşetin ta kendisidir'' demeye başladı.

Oysa kendi kitlesini yönetme ve yönlendirme konusunda en başarılı parti ve lider olarak, kadına yönelik şiddeti önleme konusunda sarfedeceği eforu “üç çocuk doğurun” demeye verdi ve toplumun “erkek egemen” yapısını güçlendirmeyi ve sürekliliğini sağlamayı tercih etti.

                                                               ***

Ancak tüm eleştirilerime rağmen, “Annelerin ağladığı bir ülke mutlu ve müreffeh bir ülke olamaz. Eğer şu annelerin, şu kadınların gözyaşını dindirirsek inanın Türkiye bambaşka bir yer olur. Şimdi annelerden, kadınlardan bir adım bekliyoruz. Türkiye'nin yürekli kadınlarının bir adım öne çıkıp kana, gözyaşına, acıya son demelerini bekliyoruz” şeklindeki sözlerini samimi kabul etmek ve barış süreci için, Türkiye’nin tüm kadınlarının desteğini arkasına alma girişimini olumlu ve akıllıca bir yaklaşım olarak değerlendirmek istiyorum.

Zira kadının zayıf bir halka olarak kaldığı hiçbir eylemin başarıya ulaşma şansı yoktur.

 

 

 

* Paternalizm; Sokrates ve Platon'un siyaset felsefesi fikri olarak, 'aile yönetimi, devlet yönetiminin bir modelidir.' Toplum içinde, yönetilmeye ihtiyacı olan aciz kimseler için rehberlik edecek bir grubun bulunması gereklidir. Aile içinde bu erk erkektir.

 

 

 

 

Kürt hareketinde kadın zayıf bir bileşen değildir