Neden “Kör Kuyu”ya taş atılıyor?
Yelken açtığınız her denizin huyunu/suyunu bilmeden yola çıkanın sonunun ne olduğunu öğrenmek isteyenler tarih kitaplarına bakması gerekir.
“-Haydaaa!.. Şimdi de tarihten mi ahkâm kesmeye kalktın?”diye hemen itiraz yükseltmeyiniz lütfen. Diyeceğim o ki, dibini görmediğiniz/bilmediğiniz “kör kuyu”ya -sakın ola ki- taş atmayınız. Bilmediğiniz oyuna “baştan kara” yapmayınız. Hangi alanda olursa olsun bilgisizce işe soyunmanın sonu pişmanlık/hüsran oldu da ondan.
“Huyunu bilmediğin beygirin arkasından geçme!..” Atalar sözü örneğindeki gibi eğer siz bir konuda yeterli bilgilenmeden işe girişir, ya da atıp tutarsanız sonuçta çuvallar, başarı beklerken ham armut bile bulup toplayamazsınız.
Niçin mi böyle bir giriş yaptım? Toplumsal yaşamımızın siyasal yanındaki kimi tutarsızlıkları görüp yaşadıkça, hele de kimi girişimlerin toplum katında “ başarısızlık hanesi”ne yazılmasına karşın, bunu kedinin kuma pisleyip ardından örtmesi gibi bir pişkinlikle görmezliğe getirmek bizim gibi toplumlara özgü/has bir davranış olsa gerek.
Özellikle siyasal alanda gözlenen bu çirkin pişkinlik halinin dünden bugüne devam edegelmesi demokrasi yaşamımızın hastalıklı bir yönü olarak sırıtıyor nicedir…
“Ezber bozan…” diye bir deyimimiz var. Çoğunlukla olagelen/gelenekselleşen kimi tutum ve anlayışımızın zedelendiği noktalarda kimi siyasetçiler;
-Arkadaşlar, biz tabuları yıkıyor, ezberleri bozuyoruz!..” diyerek “kurtuluş yolu” görüp sığındığı bu çıkar kapısının hiç kapandığını gören var mı? Ya da kimi siyasetçi hangi alanda, hangi konuda görüş bildirip de yanıldığını, bunu kabullenip özür dilediğini gören varsa söylesin ki biz de bilelim.
x xx
Milletvekili seçimleri Haziran ayında… Beş yıl öyle bir geçti ki; yıl, ay hesabını bıraktı, gün sayıyor seçmen artık. Sayıyor çünkü siyaseti “geçim kapısı” yapıp beş yıl boyunca oy veren-vermeyen seçmenini/yurttaşını unutanlar bakıyorum ara-sıra, tek-tük partilerinin ilçe merkezlerini göçmen kuşlar örneği ziyarete başladılar. Dikkatinizi çekmek isterim, “partilerinin” diyorum. Oysa “milletvekili” unvanını/rozetini takan kişinin tüm yurttaşları kucaklar olması gerekirken - ne yazık- ülkemde bu ayrımcılık yapılıyor/yaşanıyor.
Siz hiçbir iktidar partisi milletvekilinin muhalefet partileri merkezlerini -Bayramlar dışında- ziyaret ettiğine tanık oldunuz mu? Ya da muhalefet partilerine mensup bir milletvekilinin iktidar partisi merkezini ziyaret ettiğini…
İktidar partisi milletvekili kendi parti merkezini ziyaret ediyor, orada –ne konuşuyorlarsa- “seçmenimle buluştum, diğerlerinden bana ne…” anlayışıyla -aklınca- siyaset yapıyor.
Öte yandan muhalefet milletvekilleri de dert anlatma peşinde ama gel de anlat…
Siyasal narkozlu bir durum var sanki…
Ankara’da her Salı günü Genel Başkanların “zevahiri/görüntüyü kurtarma” anlamında “Grup Toplantısı”ndaki konuşmalarının da çürük dişin kovuğunu doldurmadığı gün gibi ortada.
Milletin vekilleri birbirlerini karalayarak “kör kuyuya taş atma yarışı” yapması en çok da demokrasi anlayışını zedeliyor.
Belleğimin DP dönemine doğru sayfalar açıyorum. Demokrasi mücadelesi adına ama iktidar, ama muhalefet milletvekilleri seçim bölgelerine geldiklerinde parti merkezlerinde değil; halka açık parklarda, kahvehanelerde -ayırım yapmadan- seçmenlerle buluşur, hemdert olur, söyleşirlerdi. Şimdi öyle oldu ki; tıpkı stadyumlardaki gibi rakip takımların taraftarı nasıl bir araya gelmiyor/gelemiyorsa ayrı-ayrı partiye mensup seçmenler ve milletvekilleri de bir araya gelemiyor/gelmiyor. “ Sanki kanlı-bıçaklı” bir durum…
Birileri bana söylesin, bir araya gelmek için illâ da sıkıntıya/dar’a düşmemiz mi gerekir?