Bir Dilek
Her gün sabah uyandığımda günümün asude geçmesi için tanrıdan dilek dilemekteyim. Her sabah uyandığımızda güneşin doğmasına hasret kaldığımız sabahların neden karanlık olduğuna hala bir mana verememekteyim. Bazen düşünüyorum, hani çocuklar okula gitmek için erken kalktıklarında, hava aydınlık olmadığından ezan sesleri şehirlerin karanlık sessizliğinde bir kırbaç gibi şaklaması sonucunda çocukların namaz saatini mi hatırlatmakta diye düşünürüm.
Kimin karar verdiği meçhul olan ileri saatin neden konulduğunu yormaya çalışmaktayım. Erkenden odamın penceresinden camiinin kapısına odaklanırım. Kaç kişi bu sabah buraya ibadete gelecek diye. Heyhat bu çağrıya cevap verecek kimseyi görememek beni ziyadesiyle üzmekte. Belki, derim kendime, bu uygulamada insanlar erken kalktıklarında elektrikleri açmak mecburiyetinde kalırsa enerji dağıtım firmaları, hatta enerji üretim firmalarının açığını kapatmak adına bu uygulama yapılabileceğini düşünmekteyim. Her evde bir veya bir kaç çocuk varsa, o evde erken kalkmak, tanrının emri gibi farz olmakta. Sabahın kör karanlığında elektrik ampulünü yakmak mecburiyetinde kalırsınız.
Geriye kalan zaten sünnet, ister kıl ister kılma denebilir mi? Anarşik olayların tırmandığı , okyanus ötesinden kontrol edilen terör eylemlerinin yaşandığı bir uzun seneyi yaşlı, SantaClaus marifeti ile yolcu etmeyi bile hutbelerle durdurmaya çalışan bir zihniyetin ürettiği ARAP BAHARI senaryosu, ülkemizin bir çok değerlerine zarar vermiş olmasını “Buralarda yanlış yaptık” diyerek geçiştirilmesini anlamakta güçlük çekmekteyiz. Her atılan adımda yanlış yapıldığını biz ikaz ettikten sonra, “Burada hatalıydık” denilmesini kabul edemiyorum. Yüzlerce danışmanın, milyarlarca lira maaş alıp, sonrasında hata yapmalarını kabul etmek mümkün değildir. 5 Tepe’den de böyle kabul görmesini izah etmek pek kolay olmamakta.
Çok sevdiğim sağlık ocağının bir doktoru var bizim mahallede, kendine has bir karakteri vardır. Kendisini zaman zaman ziyaret ederim. Kimi zaman bir ilaç için, kimi zaman sağlık raporu için gittiğimde, dışarda bekleyen hasta yoksa, oturup sohbet ederim kendisi ile. Odasının içindeki duvarlarda çeşitli deyimler, ata sözü olacak cümleler, insanı okuduktan sonra düşündürecek satırlarla dolu duvarlar. “Geleceğine faydası yoksan geçmişin, öğrenmene gerek yoktur yeğen”.
Her gidişimde başka sözler, cümleler bulurum bu duvarlarda. Bazılarını ben resimler, üzerinde düşünür, bazen de kendisine ben cümleler götürür, veririm. Bazen Karacaoğlan’dan bir dörtlü mırıldanır, bazende duvardaki sazını alıp bana bir türkü söyleme başlar. Ben Doktor Yavuz Akalın Bey’in yalın Anadolu fışkıran dostluğunu çok severim.
Geçen bir cümle aktardım, Beypazarı’nda arzuhalci olan Hidayet’in duvarında yazılı olan ilan tabelasındaki sözünü aktardım doktor beye, “HER TÜRLÜ YAZI YAZILIR , ALIN YAZISI HARİÇ”.
Keşki Arzuhalci Hidayet bu ülkenin alın yazısını yazmış olsaydı, biz bu günlere böyle düşmezdik, diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.