Gaziantep *olayı* (1973) (4)
Çalışıyorlardı. Pekiyi, şehrin yeni dışarılı sakinleri ne tür insanlardı? Nelerden hoşlanır, nelerden hoşlanmazlardı? Antep’e uyum sağlayabilecekler miydi ? . . .
Bu duyguların ışığı altında şehirde bir *Halk Konferansları* dizisi başlatılmasını önerdim. Öğretim üyeleri ilgi duydukları bir konuda topluma bir şeyler anlatmağa çalışacaklardı. Toplum da en azından konuşmacının sesini duyacak, deyim yerindeyse boyunu bosunu görecekti.
Önerim hemen kabul edildi ve ilk konferansı ben verdim. Konu, “Geleneksel Türk Musikisinin Deterministik Olmayan Ses Sistemi Üzerinde Gözlemler” başlığını taşıyordu. Ne var ki Dr. Cemil Özbal ve Dr. Emin Kılıç Kale çapında dev Türk Musikisi ustalarının şehri Gaziantep’te Türk Makam Musikisi’nin yapısı hakkında konferans vermeğe kalkışmak boyumu fersah fersah aşacak bir girişime dönüşebilirdi. Çekindiğim gibi olmadı. Bu sunum neticede uzun soluklu bir *maceranın*11 fitilini ateşlemiş oldu.
İkinci konferansı Elektrik Mühendisliği Bölümünü kurmak üzere gelen, kadim dostum Canan Toker verdi. Konu, “Televizyon Antenleri” başlığını taşıyordu. Tam o sıralarda Antep’e televizyon yayınları yeni yeni gelmeğe başlamıştı. Binaların tepesine yerleştirilen çubuklu antenlerinin bazılarında, muhtemelen yabancı kaynaklı resimlerde görülen çanak antenlerden esinlenerek ilave edilen tencere kapakları g.rülüyordu. Sanıyorum bu sunum, en azından tencere kapakları konusunu aydınlığa kavuşturdu.
Öğrenci olaylarının GODTÜ’ye ulaşması ve yansımaları
ODTÜ Ankara yerleşkesinde 1973 yılına gelindiğinde öğrenci olayları12 ülke genelindeki seyrini takip ediyordu, boykotlar yaygındı, silahlı çatışma henüz başlamamıştı. Bu bağlamda Antep’te eğitime sıfır kilometrede başladık sayılabilir. Başlangıçta küçük öğrenci gurubu uyum içinde görünüyordu, ya da biz öyle olduğunu sanıyorduk.
Ne var ki kendini militan olarak paketleyen belli bir kaç öğrencinin dışında, son derece sakin g.rünümlü, son derece uysal bir kaç öğrencinin bir gece içersinde nasıl aşırı uç militanı haline dönüştürüldügüne kendim tanık oldum. O zaman ülkemizin ne denli ve ne boyutta ciddi (profesyonel) bir tehlike ile karşı karşıya olduğu kafama iyice yerleşti. Tırmanan olaylar sonucu gün oldu yeni yerleşkede dersliğin arkasında iki sıra jandarma ile ders yaptım.
Her zaman, her mekandaki duruşumun dışında başka ne yapabilirdim? Ziraat yerleşkesindeki ofisim, her siyasi görüşte öğrencinin gelip gönlündekilerini13 sakin bir ortamda, bağırıp çağırmadan, hiç bir kısıtlama olmaksızın benimle paylaştığı, arzu ettiği taktirde tartışabilme olanağının sağlandığı bir mekana dönüştü. O dönemde *öğrencilerin, özellikle halkları kurtarma14 yolunda daha ateşli olanların, gerginlikten uzak,
11 Macera aşağıda tasvir edilmektedir.
12 Söz konusu olaylar 1967 yılı Mayıs ayında belirgin biçimde ilk defa patlak verdi. Derecesi, kapsamı ve boyutları gittikçe tırmanarak 1980 yaz aylarında zirve yaptı ve kabaca 13 yıl sonra, 12 Eylül 1980 müdahelesi ile noktalandı. Ülkemiz o dönemde dış kaynaklı sömürcegi güç odaklarının saldırısı altında idi. Kardeşi kardeşe kırdırarak ülke çökertilmek isteniyordu. Türk toplumu bu acımasız saldırıyı göğüsleyip etkisiz hale getirmeyi başardı.
13 Falanca etnik guruba toprak verilip bağımsız bir devlet kurmalarına olanak sağlanması gibi.
14 Küçük iki çocuğumuz için Şehreküstü mahallesinde inek besleyen bir hanımdan süt alıyorduk. Benim üniversitede hoca olduğumu biliyordu. Üniversitedeki olayları kulaktan kulağa duymuş; bir gidişimde bana, “Hoca, bu çocuklar niye döğüşüyor, ne istiyorlar?” diye sordu. Ne söyleyeceğimi şaşırdım. Bu hanıma olup bitenleri nasıl