Her Yiğidin
‘Her Yiğidin’. Bu iki kelimenin sonrasında gelecek bir kelime ile kurulabilecek çok atasözü olabilir. Bende aynı paralelde düşünmekteyim. Hani bugünlerde paralel demek, kanun demek, hukuk demek ne kadar desteksiz görünsede , bazı konularda asgari müştereklerde buluşmamız gerekir. Kişiye özel muamele, diye tanımlanır resmi dairelerdeki yapılan müracaatlardaki memurun tutumları.
Ancak ben bunada inanmak istemezdim. Bir işiniz için bir yere gidersiniz, önünüzde uzun bir kuyruk vardır, sıraya girersiniz. Birileri çıkar oradan sizi sırada bekletmeden önden almak ister, siz ise direnirsiniz. Her vatandaş gibi sıramı bekliyeyim dersiniz. Bir yandanda öne geçip işinizi görmek hoşunuza gider. Bu alışkanlığınızı yurt dışındada sürdürmek isterseniz, orada sizi halk ikaz eder, sıranızı beklemenizi isterler. Bu durum aslında haddini bildirmek diyede adlandırılır.
HAD, aslında sınır olarak tanımlanır, her insan haddini bilmekle mükelleftir. Yani hürriyetlerinin sınırlarını bilmesi gerekir. Yoksa bir başkasının sınırına tecavüz olur ki, bu istenmeyen bir durumdur.
Her insanın bir yoğurt yiyişi vardır, ancak bununda temel bazı kuralları olsa gerek. Pakistan’a ilk gittiğim zaman bir toplantıya götürmüşlerdi beni . Bir derneğin toplantısına. Toplantıda insan hakları işlenen, ülkede yaşayan insanların toplumsal değerleri üzerine yapılan bir konuşma idi. Konferanstan sonrada bir ayak üstü yenecek yemekle, toplantı sona erecekti.
O tarihte Muhammed Zia-ul Hak Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmekteydi. Aslında kendisini 1976 senesinde Genel Kurmay Başkanı yapan Pakistan Başbakanı Zulfikar Ali Butto’ya 1977’de yaptığı kansız bir darbe ile yönetime el koymuştu. Sıkı yönetim ilan edip uzun müddet seçimleri askıya almıştı. Hatta mahkemece devrik başbakan Zülfikar Ali Butto’ya verilen idam cezasını tasdik ederek, ülkenin siyasi hayatında denge kurmaya çalışsada, bu olay muhalifler tarafından kullanıldı.
1988 senesi Ağustos’unda bir uçak kazasında hayatını yitirdi. Bu hazin son, her diktatörün akıbeti olduğuna inanırım. Hiçbir diktatörün hayatı eceli ile son bulmamıştır. Dernek konferansı sona erdikten sonra yemek salonuna geçildi. Kapıdan her girene sadece bir tabak veriliyordu. Bende herkes gibi sıraya girerek elime bir tabak aldım. Sıradan devam ederek yemek kazanlarının başına geldim . Aşçı elindeki kepçe gibi olan bir servis kaşığı ile dağıttığı tavuklu pilav misali bir kaşık yiyeceği tabağıma bıraktı. Sıradan çıkarak tabak elimde bir sağa, bir sola baktım. Tabağımdakini yemek için bir kaşık veya çatal aradım. Aramam boşuna idi, herkese baktım, parmaklarını konik bir biçimde şekillendirerek tabaklarından yiyeceği sıkıştırıp, ağızlarına götürmekteydiler. Aklıma eski bir deyiş gelmişti, “Eğer Roma’da isen, Romalılar gibi davran.”
Bende elimle tabağımdaki tavuklu pilava saldırdım. İçimden hem gülüyor hem de “Buda mı gelecekti başıma” diye başımı sallıyordum. Nede olsa Pakistan’daydım vede onlar gibi yemek yemekteydim.
Her insanın hayatında yaşadığı bazı olayları ele almak için kullandığı yöntem konusunda, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler ya; işte bugünkü acı durumu izah etmekte. Aşireti yönetmek başkadır, Devlet adamlığı ise bambaşkadır.
Özel bir bilgisayar programını her kullananı tutuklarsanız, konuları bir birine karıştırır, Birleşmiş Milletler’den nota üstüne nota yersiniz . Fikirlerini gazetede hür iradesi ile kelimelere dökenleri tutuklarsanız, icraatınızı çorba ederseniz, artık sizi mezarından kalkıp İnönü bile gelse, düşülen durumdan kurtarmaya onun bile gücü yetmeyeceğine inanmamaktayım diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına,