Şu bizim meslek...

YAYINLAMA: 17 Ağustos 2017 / 20.00 | GÜNCELLEME: 17 Ağustos 2017 / 20.00

       Dışarıdan bakıldığında "albenisi" vardır bizim mesleğin. O nedenle, gazeteci olmak isteyen çok kişi vardır aramızda... İsteyip de olamayanlar da çoktur bu arada... Özellikle gençlik yıllarında çoğu genç, gazeteci olmaya sevdalanır. Olanlar bu sevdanın peşine takılıp gider. Olamayanlar ise bir yaşam boyu "gazeteci" ünvanını kullanmayı çok özler/sever.

        Bizim mesleğin cazibesi yanında; çilesini ancak yaşayanlar bilir.

        İçinde bulunanı da, bulunmayanı da yakan bir dünyası vardır  gazeteciliğin.

        Hani derler ya; " İçi seni, dışı beni yakar" deyimindeki gibidir gazetecilik.

        Özellikle, son  yarım yüzyılda basın etik kurallarının dış kaynaklarca örselenmek istenmesi ve mesleğin içinden gelen kimilerinin  "köşe dönme" heveslenmeleri  gazeteciliği, başka bir ifadeyle medya dünyasını bugünkü açmazlıkların ortasına itti.

        Şimdi bu ortamdan kurtulması  için meslek kuruluşlarının "sağlıklı yol gösterimi"  de para etmiyor, geçmiyor.

        Bünyeye zararlı mikrop girmiş, tahribatını yapmış bir kere...

        Mesleğin adıyla bütünleşen "bağımsızlık" olgusu;  siyasetçinin eline bir dizgin gibi geçince olanlar ortada...

        Saygınlık yerlerde sürünür oldu.

        "Haber kutsal, yorum hürdür" meslek ilkesi unutuldu ya da kaldırılıp atıldı.

        Kimi gazeteler, TV'ler, radyolar  "çıkar çevrelerinin borazanı"  oldu.

        Böylesine bir yoğun kirlenme, ilkelerinden/amacından sapma durumu; demokrasiye geçişimiz olan 1946 yılından bu yana ilk kez yaşanıyor.

        Gazeteler, televizyonlar birer işletme olarak bağımsız kurumlar iken; nasıl oluyor da birbirlerine hiç ters düşen bir yayıncılık ortamı/durumu  oluşmuyor?

        Hem de yıllar yılı...

                                                          ***

        Kuşku yok ki, her dönem iktidarının yanında ve karşısında  -görüş farklılıkları nedeniyle-  olan medya vardır ve olmalıdır da...

        Bu durum; demokrasilerin yadsınamaz ve de vazgeçilemez bir gerçeğidir bizce...

        Geçmişte siyasal grupların/partilerin yayın organları yanında bağımsız/bağlantısız, eski deyimle  "müstakil gazeteler"  vardı.  "Parti gazeteleri"  bile meslek ilkelerine saygı açısından haberi körü körüne saptırma, tahrif etme gibi bir yanlışın içine bilerek ya da kolay kolay düşmezdi. Ama görmezden geldiği, önemsemediği çok oluyordu. Bu nedenle "partili gazeteler" okunmazdı. Partili çoğu yurttaşlar bu gerçeği bildiklerinden "partinin sözcüsü" değil, "bağımsız" diğer gazeteleri alıp okurlardı. 

        Böylece de sağlıklı bir kamuoyu oluşabiliyordu.

        Şimdilerde medya  "sermaye dünyası"nın emrine girip; meslek etik kurallarını da kullanamaz/tanımaz olunca manzara ortada...

        Medya dünyası kendi arasında bölündü...

        Kimi gazeteler okunmuyor.

        Güvenirlikleri yok.

        İşletme olarak zarar ediyor.

        Habercilikte "taraf oluşları" nedeniyle de; demokrasiye olanca zararı veriyorlar.

                                                                          ***

        Basının/medyanın sağduyulu rehberliğinde çağdaş demokratik yaşama kavuşulacağını bilmeyen yok aramızda...

        Bu inanç, geçmiş deneyimlerden kaynaklanıyor elbet.

        Türk medyasının bugün içinde bulunduğu duruma getirilecek çözümü; Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk; 1925'te  "Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir" diye yol göstermiş bizlere... Bunun yanında bir görev anımsatmasını da; 1929 yılında; " Gazeteciler; gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır"  şeklinde yapmış.

         Biz, gazeteci olarak bunu yapabilmenin heyecanını yaşıyoruz SABAH'ta...

 

 

Şu bizim meslek...