Korku ve Cesaret
Bir Zen üstadı karanlık bir gecede yola çıkan müritlerinden birisini manastırın kapısından uğurluyordu. Yola çıkacak mürit biraz korkmuş gibiydi. Çünkü yolunun üzerinde 2 kilometre kadar uzanan balta girmemiş bir orman vardı. Bu ormanda çeşit çeşit vahşi hayvan yaşıyordu. Gece dolunaysız ve kapkaranlık idi. Uzaktan, öten baykuşların sesi, kurt ulumaları duyuluyordu.
Mürit, üstatla sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamamıştı. Bunun için vakit gece yarısını geçmişti. Kendisinin de mutlaka geri dönmesi gerekiyordu. Müridin epey korktuğunu gören Üstat: “Biraz korkmuş gibisin. Dur sana bir lamba vereyim” dedi. Ardından kağıttan yapılmış küçük bir lambayı getirip müride verdi ve ışığını yaktı. Mürit üstadına teşekkür edip merdivenlerden inmeye başladı. Tam o anda Üstad, “Dur” diye seslendi. Sonra müridin yanına gelip yanan lambanın ışığını üfleyerek söndürdü. Lambayı eline aldı ve şöyle dedi: “Gerçek bir üstat cesaret verir, korkuyu öğretmez. Korkaklara yardım etmez. Karanlığın içine gir ve kendi ışığın ol. Unutma, kimsenin ışığı sana faydalı olmaz. Kendi ışığına erişmek zorundasın. Kendi yolunu bulman gerekiyor. Kendi varlığını aydınlatan bir ışık ol. Karanlığa git, cesur ol.”
Hayat bütün güzelliğini cesurlar için sunar. Ey anne ve babalar çocuğunuzun eline lamba değil projeksiyon aleti veriyorsunuz. Çocuğunuzun korkuları, sıkıntıları, kendi ile yüzleşmesine izin vermiyorsunuz. Çocuğunuz 10 dakika geç kalsa telefon üstüne telefon açıyorsunuz. Bırakın çocuğunuz hayat ormanında kendi ışığı olsun ve kendi yolunu bulsun.
Gerçek dindar olmak cesur insanların işidir. Hz. İsa’yı izleyen insanlar cesur insanlardı. Çünkü o kadar taassup içinde İsa’ya inanmışlardı. Bilinmeze çıkmak cesaret ister. Hz. Peygambere inanan ilk insanlar cesur insanlardı. Bunların eline lamba verilmemişti. Mekke müşriklerinin o kadar zulmüne rağmen pes etmediler. Lime lime doğrandılar ama gene de inançlarından dönmediler. Ebu Cehil aptal birisi değildi. Ama elinde lamba vardı. O dedelerinden kalma geleneklerin, inançların, törelerin ışığı altında ilerlemek istiyordu. Yerine göre bir töre, gelenek, inanç, adet, kural kişinin lambasıdır. Ama Hz. Peygamber gelip yepyeni ve bilinmez şeylerden bahsediyordu. Bu karanlık ormana benziyordu.
Çünkü o zamana kadar Mekke’lilerin duymadıkları şeylerdi. Bu yeni ormanda yol bulacak cesur insanlara ihtiyaç vardı. İşte Ebu Bekir’ler, Ömer’ler, Ali’ler, Osman’lar bu ormana fütursuzca daldılar. Çünkü dindar olmak cesaret ister. Bu ilkler yolu açarlar ama arkadan gelenler de ganimete konarlar. Her inanç sisteminin ilkleri cesurdur. Buda’nın müritleri, Lao Tzu’nun takipçileri de cesurdur. Siyasette de ilkler cesurdur. Ama parti iktidar olunca leş yiyiciler çoğalır.
Akıllı siyasetçi, akıllı komutan ilk yol arkadaşlarını yolda bırakmaz. Bir lider ilk arkadaşlarını dışarıda bırakıyorsa, onları diskalifiye ediyorsa çevresindeki korkak ve çıkarcı kitle ile daha fazla gidemez ve bir gün tepetaklak düşer.
Hayatta korkularının esri olup leş yiyici olma. Kendi yaşam ormanında kendi yolunu bulmanın çarelerini ara. Bırak elindeki lambaları, fenerleri. Bir yol aç ki başkaları seni takip etsin. İlk izi sen bırak ki başkaları senin izinden gitsin.