Demokrasimizin zayıf yanı...
Cumhuriyet'in kuruluş dönemindeki sancıların özünde "eski ile yeninin çatışması" yaşandı hep... Saltanatın kaldırılışına yükselen itiraz sesi, Cumhuriyet'le birlikte sosyal yaşama getirilecek kimi yenilikler/devrimlere de karşı durdu.
Ama Cumhuriyeti kuranların kararlılığında çağdaş bir Türkiye ve "yeni bir sosyete"; yani kalkınmış bir toplum kurma kararlılığı vardı. Bu amaç için ileri adımlar atılırken de; karşı duranlar ve kararsızlar oldu.
Sonuçta; kendi olanaklarıyla, "kendi yağıyla kavrulan" bir ülke ekonomisi oluştu.
Kendine özgü bir anlayış ve ekonomi... Zorunlu durumlar dışında dışa bağımlı olmayan bir ülke...
İhracat ve ithalat dengesini hiç sarsmadan, ölçüsünü hiç kaçırmadan kendi olanaklarıyla yetinen bir ekonomi anlayışı..
Bu dönemde Atatürk'ün, iki kez Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyetçi Fırka ile denemek istediği "Çok Partili Düzen"nin her seferinde "yenilik karşıtı düşünce" taraftarlarınca sabote edilerek yaratılan siyasal çalkantılar yaşandı.
Demokrasi girişimi sonuçsuz kaldı.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 12 Temmuz 1947 günü yaptığı tarihi konuşma ile "demokrasi hareketi..." Ülkede yeniden başlatıldı.
1950 yılına değin ekonomi anlayışı aynı kalan, ama siyasal yaşamında demokrasi için çalkantılı bir ülke oldu Türkiye... DP yurdun her yerinde ilgi görüyor, kulislere dini ve ekonomiden yakınmalar fısıldanıyor habire.
1950 seçimleri "Demokrasi zaferi" oldu insanımız ve ülke için...
Umur görmüş, devleti bilen, yöneten yepyeni bir kadro topluluğu ülke yönetimine gelmişti. Hele de ABD'nin " Marshall Yardımı" adı altında yaptığı yardım da olunca!
Ülke için demokrasi hareketinin daha güçlü olarak iktidara gelişi elbette umut vericiydi.
Hele de DP'nin yönetici kadrolarının çoğunun devlet yönetmiş olmaları umutları artırıyordu. Devlet gemisinin yönetimi yine deneyimli kadroların elindeydi.
Ama beklenen gibi olmadı. 1957'den itibaren ABD destekli ekonominin dış yardım/kredi musluğu kesilince/kapanınca; "devlet deneyimli kadro" ne yapılması gerektiği konusunda basiretli/uzgörülü olamayınca "işler Arap saçına döndü."
Ekonomik düzen sarsıldı. Sosyal yaşamda yakınma sesleri yükselmeye başladı.
Böyle durumların kurtarıcısı olarak ilk kez "erken seçim" yapıldı. Yapıldı ama, ekonomi aynı havalarda...
Sonuç; kızışan bir siyasal ortam, yurttaşlar arasında kırgınlıklar... Ve malum sonuç: Darbe...
Oysa, DP yönetiminin bu kötü gidişata dur diyecek sağduyulu kadroları vardı. Bu kadrolar o dönemde susmasa, konuşsa; "koltuğu kurtarma hastalığı"na yakalanmasa ülkede darbe mi olurdu?
Daha sonrasının acılı darbelerine de demokrasilerde yeri olmayan "koltuğu kurtarma" saplantısı yaşanılarak gidilmedi mi?
Demokrasimizin kuruluşundan bu yana en zayıf yanı; onun ülke düzeyine yayılması, kökleşmesi için çaba gösterecek kadroların işbaşına gelemeyişidir bizce.