Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Lozan dersi
Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun kimliğini bilmeyen var mı? Varsa bu büyük bir eksiklik onlar için...
Bugün, Rahmetli Karaosmanoğlu'nun 60 yıl önce "Hadiselere Tercüman" gazetesindeki "Bir tarih daha..." başlıklı yazısını sunuyorum.
Geçmiş bilgileri tazelemek bakımından Karaosmanoğlu'nun yazısını çok önemsiyorum.
Karaosmanoğlu yazısında şöyle diyor:
".... Bağımsız devlet olarak, hür millet olarak bugünkü varlığımızın hücceti/başlangıcı şüphesiz ki, Lozan Sulh Muahedesidir. Bunsuz askeri zaferlerimizin destanı kum üstünde yazılar gibi silinip giderdi.
Cumhuriyet rejimini kuramazdık.
Anavatan topraklarımız tam manasile bizim olamazdı.
Tıpkı Osmanlı devleti gibi bir yarı sömürge halinde kalırdık.
İstiklal Mücadelemizin mahiyeti (istismar) ve (istila) kuvvetlerine karşı bir isyandan, bir ayaklanmadan öteye geçemezdi.
Bizden önce nice milletler bu çeşit savaşlara girişmişlerdir; hatta bu savaşlardan galip de çıkmışlardır. Fakat, yine 'kendi kendilerine kendileri sahip olmak' sırrına erememişlerdir. Sudan'daki 1881 Mehdi hareketi, Güney Afrika'daki Boer muharebeleri bunun en göze çarpıcı misallerindendir.
Yalnız silahla kazanılan zaferlerin hükmü pek az sürer. Bu iddiayı ispat için yalnız istiklal savaşlarından değil, Büyük Devletler arasındaki muharebelerden de bir çok misal getirebiliriz. 1914 harbi galiplere ne temin etmiştir? Beş on yıl dahi sürmeyen bir cihan hegemonyası ve bir yirmi yıla varmadan, kendi istiklallerini bile tehlikeye sokan ikinci bir dünya harbi. Neden? Çünkü, zaferle sarhoş olan bu devletler, hak ve adalet mefhumlarına uymaz, yeryüzünün gerçeklerini hiçe sayar ve yalnız cebire, zora dayanır birtakım sulh muahedeleri yapmışlardı. Bu bakımdan o siyasi vesikalara birer sulh muahedesi diyeceğimiz yerde, pek ala, bir mal ve ganimet paylaşması mukavelesi adını verebiliriz.
Düşmanı fiili ve hakiki manasile, denize döken Türk milleti, temsilcilerini Lausaane şehrine gönderirken böyle bir hisse kapılmamış; böyle bir yola sapmamıştır. Yalnız 'Hak ve Adalet güvencesi' ile, yalnız gerçekleri görüp anlama şuuru ile hareket etmiştir. O vakite kadar sade yiğitliği ve savaş güçü ile tanınmış olan Türk, Lozan Sulh Konferansında, bütün bir (husumet alemi)nin karşısına, ilk defa olarak, işte bu şuurunun aydınlığı ile çıkmıştır ve yine ilk defa olarak, Garp ile Şarkın ezeli davasını, yumruk yumruğa değil kafa kafaya bir tartışma ile yargılama imkanını bulmuştur.
Bir yanda Lord Curzon, öbür yanda İsmet Paşa!.. Lord Curzon Türk Paşasına diyor ki;
'Kapitülasyonları kaldırmak istiyorsunuz; fakat, düşünmüyorsunuz ki, yoksul ve harap bir memleket olan Türkiye'ye herhangi bir ecnebi yardımı ancak adli teminata güvenerek gelebilir.' Türk Paşası ; 'Hayır', diyordu, 'Sizden on para isteyecek değiliz.'
'Büyük Britanya' başdelegesi, bir Türk devlet adamının ağzından böyle bir sözü ilk defa işitiyordu. Zira, aynı zamanda büyük bir tarihçi olduğu için, iki yüz yıldanberi, Türk devlet adamlarının kendilerinden ve kendi gibilerden daima bir şey rica etmeğe geldiklerini bilirdi.
Bundan başka, Lozan Sulh Konferansı, bizim, bu çeşit milletlerarası toplantılara, ilk defa, davacı olarak gittiğimiz yerdir. O zamana kadar, biz, Avrupa'nın hemen bütün siyasi kongre konferanslarında, ya sanık veya davalı sandalyesine oturtulurduk."
Lozan'ı bilmeyenlere, bilmek istemeyenlere ders olur diye alıntıladım.