Adelet ve yargı (2)
Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.
Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun, teşkil şeklini ele aldığımızda, 6087 Sayılı HSYK Kanunu’a göre, Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır. Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı ilgili Bakan Yardımcısı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. HSK gibi bağımsız olması gereken bir kurulun başkanı Adalet Bakanı, onun tayin ettiği bakan yardımcısı da kurulun tabii üyesi ise; ve ayrıca, hakim ve savcıların tayin, terfi ve her türlü özlük haklarını düzenleyen, büyük oranda Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı ise, yargı bağımsızlığından söz etmek olanaksızdır.
Bütün siyasi partiler, muhalefette iken, yargı bağımsızlığını savunuyor ve dillerinden düşürmüyorlar. Ancak, iktidara geldiklerinde, söylediklerini unutuyor ve yargının kendilerine yakın olmasını istiyorlar. Galiba böylesi işlerine geliyor. Bu anlayış ve kısır döngü ile de yargıyı bağımsızlaştırmak mümkün değildir.
Bugün, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun ilgili yasal düzenlemeleri uyarınca, Hakim ve Savcı olabilmek için, iki aşamalı sınav yapılmaktadır. Birinci sınav yazılı, ikinci sınav ise, sözlüdür; mülakattır. Yazılı sınavda başarılı olanlar, mülakata alınırılar. Yazılı sınav mesleki bilgi ve ehliyetiyle ilgilidir. Mülakatta ise objektif kriterler değil, sübjektif kriterler esas alınmaktadır. Yazılı sınavda, alınan puan çok yüksek olsa bile, hakim savcı olamazsın! Mülakatı yapan kurulun kendi kuralları vardır(!) Bu kurallar içine giremezsen, ağzınla kuş tutsan, yine hakim ve savcı olamazsın!
2802 Sayılı Yasanın 9/A maddesi uyarınca, Mülakat kurulu şu üyelerden oluşmaktadır: Adalet Bakanlığı müsteşarı veya görevlendireceği müsteşar yardımcısı başkanlığında: Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza işleri Genel Müdürü, Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürü, Adalet Bakanlığı Personel Müdür, Müsteşar ve iki kişi de Adalet Akademisi içinde seçilmektedir.
Bunların büyük bir ekseriyeti Adalet Bakanı tarafından seçilen üyelerden teşkil edilen bu mülakat kurulunda, objektif bir anlayışla, hakim ve savcı alımı mümkün mü? Anlayacağınız, hakim ve savcı alımlarında hakim anlayış, siyasidir demek yanlış olmaz. Hukuk Fakültesini bitiren bir gencin, hakim-savcı olmak gibi bir ideali ve hayali varsa, bunu engellemek hakkını nasıl kendilerinde bulabiliyorlar, anlamak mümkün değil! Bu adaletsizliğe, hukuksuzluğa, vicdansızlığa hangi yürek dayanır? Bu adaletsizliği yapanlar, empati kurarak, ideal ve hayal sahibinin kendi çocukları olduğunu bir an düşünseler, bu durumu kabullenebilirler miydi acaba?
Anayasa Mahkemesinin üyelerinin, Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin ve Mülakat Kurulu üyelerinin teşkil tarzını inceleyip değerlendirdiğimizde, seçilen üyelerin ağırlıklı olarak siyaset kurumu tarafından belirlendiği görülmektedir. Bu, Anayasal kurumların üyelerinin teşkil tarzından sonra, Anayasa Mahkemesinin, Hakimler ve Savcılar Kurulununu ve Mülakat Kurulunun kararlarından bağımsızlık ve tarafsızlık beklemek mümkün mü? Kaldı ki, güncel kararları incelediğimizde, bağımsızlık ve tarafsızlık konusundaki endişelerimizde haklı olduğumuz açık ve net bir şekilde görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin, Hakimler ve Savcılar Kurulunun ve Mülakat Kurulunun bu teşkil tarzı ile, Hukukun Üstünlüğünü ve sonuçta Yargı Bağımsızlığını gerçekleştirmenin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Şöyle düşünülebilir? Siyası iktidar seçimle ve halk oyuyla geliyor. Öyleyse, Halk oyuyla gelen siyası iktidar Anayasa Mahkemesini, Hakimler Savcılar Kurulunu ve Mülakat kurulu üyelerini teşkil etmelidir. Bu anlayışı doğru kabul edersek, işte o zaman, ortada yargı bağımsız olur ne de demokrasi kalır. Böyle olunca da, ülkemizde kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasi ve yargı bağımsız olamayacağından, ülkemiz içerde ve dışarıda itibarsızlaşır. Hiçbir kimse de kendini güvende hissetmez.
Anayasamızın 138. maddesinde yer alan “Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez telkin ve tavsiyede bulunamaz. ”Anayasamızın 138. maddesine göre inceleme ve değerlendirme yaptığımızda, bu maddenin sözüne ve özüne aykırı düzenlemelerin Hukuk Devleti, Hukukun üstünlüğü anlayışıyla bağdaşmadığı gibi, evrensel hukuk kurallarıyla örtüşmediği açıktır. Diğer yandan Avrupa Birliğine girmek isteyen ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymayı kabul ve taahhüt eden ülkemizin Yargı Bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki yasal düzenlemeleri, Avrupa Birliği kriterleri, Avrupa insan Hakları sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını göz önünde bulundurmak suretiyle gerçekleştirmesi gerekir. Aksi bir anlayış, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışından uzaklaşmak anlamına gelir.