Adelet ve yargı (3)

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Ülkemizde, yargılama sonucu verilen bir çok karar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılan davaların bir çoğunda ülkemiz aleyhine kararlar verilmekte;  yapılan soruşturma,  kovuşturma ve yargılamalarda, yargılamanın adil olmadığı ve hak ihlalleri bulunması nedeniyle ülkemiz aleyhine büyük miktarlarda maddi ve manevi tazminatlar hükmedilmektedir. Bu tazminatları da Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ödemekteyiz. Zira, Avrupa Konseyi üyesi olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymaya kabul ve taahhüt ettiğimizden ve bu konuda yapılan sözleşmeyi imzaladığımızdan, hükmedilen tazminatları ödeme zorunluluğumuz bulunmaktadır. Zaten Anayasamızın 138.maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46.maddesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararlarına uymayı zorunlu kılmıştır. Ödenen bu tazminatlarda bütün ülke vatandaşının hakkı olduğu gibi tüyü bitmemiş yetimin hakkı da vardır. Açıkçası kul hakkı bulunmaktadır. Bu vebalden kurtulmak için, soruşturma, kovuşturma, yargılamanın adil yargılama hakkına uygun olarak gerçekleştirilmesi hak ihlalleri konusunda duyarlı olunması, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları göz önünde bulundurmak suretiyle karar verilmesi ve neticeten verilen kararların, usul ve esas yönünden yasa ve hukuka uygun olması gerekir.

 

Yargı Bağımsızlığı konusunda yasalarımızı, kurum ve kurallarıyla eksiksiz işleyen bir demokratik sistemle uyumlu hale getirmekte yetmez. Zira, soruşturma yapan, iddianame tanzim edip dava açan savcının, dava açıldıktan sonra yargılama yapan ve karar veren hakimin, adil yargılamanın olmazsa olmazı olan savunmanın temsilcisi avukatın hukuk nosyonu ve formasyonu, meslek bilgi ve ehliyetiyle temayüz etmiş olmalıdır. Hakim savcı ve avukat bu niteliklere haiz değilse, verilecek  kararlarda  hak  ve adalet beklemek hayal olur. Bir çok hakim savcı biliyorum. Kapılarının üstünde hakim  savcı yazısı yazılmazsa kimse bunların savcı ve hakim olduğuna inanmaz. İçlerinde meslek bilgi ve ehliyeti  olan hukuk nosyonu ve formasyonu kazanmış bulunan, yasa ve hukuka uygun karar vermek için çalışan çaba gösterenler, saygı duyulan, seçkin, eli öpülesi  hakim ve savcılarımız elbette vardır. Ancak bu nitelikleri haiz olanlar hakim ve savcılarımız azınlıkta kalmaktadır.

 

İyi hukukçu, iyi hakim-savcı ve iyi  avukat yetiştirmek öncelikle, hukuk fakültelerinin öğretim kadrosunun nitelikli hale getirilmesi ve  iyi bir eğitim ve öğretim verilmesi ile mümkündür. Ancak uygulamada bunu görmek pek mümkün değil. Şöyle ki;

Ülkemizde, her yıl birçok hukuk fakültesi açılmaktadır. Hukuk fakültesi açmak için, bir bina birkaç öğretim üyesi yeterli görülmektedir. Bu anlayışla açılan hukuk fakülte sayısı 100’ü aşmıştır.  Bu fakültelerden mezun olanlar, hakim  savcı ve avukat olmaktadır. Yeterli eğitim ve öğretim almadan mezun olanların  iyi birer hukukçu olması mümkün değildir. İyi hukukçu olmadan, ne iyi bir hakim ne iyi bir savcı ne de iyi bir avukat olması söz konusu olamaz. Özellikle, özel okul niteliğinde vakıf üniversitelerinde mezun olanların ne yazık ki bir çoğunda, meslek bilgi ve ehliyeti yetersiz olduğu gibi hukuk nosyonu ve formasyonu  da oluşmamıştır. Çünkü bu okullar çok düşük puanla öğrenci almakta, iyi bir eğitim ve öğretim verilmediği gibi, bu okulların esas amacı bir  anlamda para kazanmak olduğundan iyi bir hukukçu yetiştirmek gibi  bir amaçları da bulunmamaktadır.  Aklıma  Ziya Paşa’nın “Bu terazi bu sıkleti çekmez “sözü geldi. Açık söylemek gerekirse, belirli bir seviyede kapasiteye sahip olmayan birinin, matematik zekâsı ve muhakeme yeteneği yetersizdir. İyi bir hukukçu önüne gelen meseleyi bir matematik problemini nasıl çözüyorsa öyle sonuçlandırmaya çalışmalıdır. Bu niteliklere sahip olmayanlardan iyi bir hukukçu olmaz. Nitekim Ünlü Matematikçi JOHN NASH “Matematik zekası olmayan toplumlarda Adalet yoktur.”diyor. Ünlü matematikçinin bu sözü açıklamalarımızı doğrulamaktadır.

 

Genel anlamda bir inceleme ve değerlendirme yaptığımızda, iyi bir eğitim ve öğretim verildiğini söylemek mümkün değildir. Şöyle ki;

ABD ye ve Avrupa ülkelerindeki üniversitelerin durumunu incelediğimizde şu özellikleri görmekteyiz.  Gerek ABD ve AB ülkelerinde üniversite kentleri kurulmakta, Kent üniversitelerinde, üst düzeyde bir eğitim ve öğretim verilmekte, öğrenciler, seminerlere ve konferanslara  tiyatro, spor etkinliklerini katılmakta  araştırma  inceleme yaparken zengin kütüphanelerden faydalanmaktadırlar. Bilimde ve sanatta, araştırma ve inceleme yapmak  için bütün imkanlara sahiptirler. Bizler ise, ilçelerde üniversite açarak övünmekteyiz. Bu anlayışla üniversitelerimizde, meslek bilgi ve ehliyetli üstün insan yetiştirme ve bilimde, sanatta ilerlememiz ve ülkemizi kalkındırmamız mümkün olmaz. Kendimizi kandırıp duruyoruz. Bilmeden, anlamadan ve istemeden ülkemize insanlarımıza zarar veriyoruz. Bu eğitim politikası ile, eğitim ve öğretim düzeyimizi yükseltip kaliteli insan yetiştirmemiz mümkün değildir.  Nitekim, Dünya üniversiteleri arasındaki sıralamada bir iki üniversitemizin dışında ismi geçen üniversitemiz yoktur. Bu demektir ki, üniversite sayısını arttırmakla, bu iş bitmiyor. Bu itibarla bu konuda yeni bir anlayışla eğitim ve öğretim politikası belirleyerek, üniversite açmalıyız. Bir çok Avrupa ülkesinde ve ABD. de, Dünya çapında ün yapmış üniversiteler bulunmaktadır.

 

Adelet ve yargı (3)