Ekran
İnsanlar bir film seyrederken ön yargılı mı seyreder diye hep düşünürüm. Çocukken film seyretmeyi sevmezdim. Filmde iki kişi kavga eder, hatta komedi filmlerinde bile, ben oturur ağlardım. Ulus’ta heykelin karşı hizasında bir sinema vardı, ismini pek hatırlamıyorum, SUS sineması olabilir, Lorel ve Hardy komedi filmi oynanıyordu. Ailecek bu filme gittik. Bizimkiler locadan seyretmeyi pek severlerdi. Film komedi türü bir kurgu idi ve bol miktarda bir birine tokat atan bir zayıf diğeri ise aşırı şişman iki kişinin 1946-7 li senelerde çekilmiş bir filmi idi . Şişmanı diğerine bir tokat atıyor, zayıfı ise yerlerde yuvarlanıyor, ben ise hüngür hüngür ağlıyordum. Sinemada ise herkes gülmekten kırılıyordu. Bizimkiler benim bu feryat figan halimi görünce filmi yarıda bırakıp çıkmak mecburiyetinde kalmışlardı. Ablam filmin yarısında çıktığımızdan dolayı bana çok kızmıştı ‘’ Senin yüzünden bir film seyredemedik’’ diye sitemler etmişti.
Ama benim ise elimde değildi, nedense böyle bir durumda her zaman gözlerimdeki yaşları engelleyemiyordum. Yatılı okula gittiğimde, zaman zaman okulda bir film oynatılırdı. Ben en arka sırada oturur, kimsenin beni görmediğinden emin olduğumda, filmin acıklı sahnelerinde hem gözlerimi, hem de parmaklarımla kulaklarımı kapatırdım. Bu durum, üniversite yıllarıma kadar devam etmişti. Evlenmeden evvel eşimle sadece komedi filmlerine giderdim, ancak bir keresinde unutup ‘ Bir Aşk Hikayesi’yani ‘Love Story‘ adlı bir esere gitmiştik. Film boyunca gözlerim dere gibi çağlamıştı. Birde komedi diye ‘’Tatlı Kaçık’’ adlı bir tiyatro eserine gitmiştik. Nevra Serezli’nin oynadığı. Son sahnede herkes başladı kahkahalarla gülmeye , ben ise başladım ağlamaya.
Evlendikten sonrada eşimle film seyretmemeye gayret ettim. Uzun seneler sonrası eşimin çok ısrarı ile bir Türk filmine gittik. Filmin bir baba ve oğul arasındaki duygusal yaşamı anlatan bir teması vardı. Benim ağladığımı bilen eşimin, bir büyük paket kağıt mendille film seyretmeye geldiğini sonradan anladım. Dakika başı bana bir mendil uzatarak gözlerimden akanları silmeme yardım etti. Sonrası artık film seyretmiyorum. Nedeni ise dünyaya zaten gelişimizde ağlamaya başlıyoruz. Taa gidene dek ağlıyoruz, bu nedenle ben, beni neşelendirecek konuları seyretmem gerekir diye düşünmekteyim.
Günlerdir; hatta aylardır, Türkiye’nin gündemini meşgul eden İstanbul belediye başkanı seçimleri ve bunun yenilenmesi konusuna odaklanan toplumu ekonomi bile ilgilendirmemekte. Enflasyon tavan yapmış, işsizlik almış başını gidiyor, kimsenin umurunda bile değil. Hatta 5 Tepeli zatı bile ilgilendirmiyor. Genç nüfusta işsizliğin oranı %23’e dayanmış olmasının son derece tehlikeli olduğunun farkında bile değiller. Varsa yoksa Istanbul Belediye başkanlığı seçimini almak için her türlü hileye başvurmanın mubah görüldüğü günlerden geçmekteyiz. İstanbul Belediye bütçesinin 42.6 milyar lira olduğu söylenmekte, bu da herkesin iştahını kabartmakta.
Senelerdir siyasi seçimlerin belirli bir ahlak seviyesinde cereyan etmesini bütün toplum istemekteydi. Geçtiğimiz Pazar günü ayrı partilerin desteklediği iki rakip aday arasında çeşitli soruların sorulduğu bir programı hepimiz izledik. Gönül isterdi ki İstanbul için göreve talip bütün başkan adayları bu programda konuşsaydı diye düşünmüştüm. Ancak başı çekecek olan 2 adayın bu programda olması uygun görülmüştü. Sorular ve cevapların dışında her iki adayın konuşma ve dinleme adabının konusundaki davranışları, dinleyiciler tarafından değerlendirildiğini düşünmekteyim. Birinin diğerine hakaret edercesine ‘Yalan Söylüyorsun’ demesini bile hoş gören terbiyeli bir genç nesil izledik. Sayıştay raporlarını bile okuyan, değerlendiren bir adayın öne çıkması, metropol şehirde yaşayan yurdum insanlarını ümitlendirdiğine inanmaktayım.
Bu programı sonuna kadar izledim, hem de mendile ihtiyaç duymadan izledim. Her ikisini de ön yargısız dikkatle dinledim ve her şeyin çok güzel olacağını düşündüm diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.