Zaman yönetilemez!
Bölüm yöneticileri ile yaptığım toplantıda zamanı iyi kullanma konusu gündeme geldi. Bir yönetici “Ben zaman yönetimini öğreten bir kursa gittim. Çok faydalı oldu,” dedi. Bir diğeri, “Biz bütün bölüm çalışanları olarak benzer bir kurs aldık. Bir kaç gün öğrendiklerimizi uygulamaya çalıştık ama sonra baktık ki diğer bölümlerdekiler kurs almamış bizi umursamıyor, eski tas eski hamama geri döndük!” dedi.
Zaman yönetimi konusunda da kendimizi öyle veya böyle kandırıyoruz gibi geliyor bana. Nedir bu aldanmalar, bir bakıyorum -
Zamanı yönetebilirim... Zaman yönetilmez, tasarruf da edilmez. Ne kadar kontrol etmeye çalışırsak çalışalım zaman uçar gider. Elimizde her gün 86,400 saniyelik bir fırsat geçer. Akıllı kullandın ne ala; akıllı kullanamadıysan geçmiş olsun.
Kısa zamanda çok iş başarmak gerekir... Her şeyi aynı anda yapamazsın. Yapılacak her şeyi yapılmalıdır, o halde bu her şeyi tanınan zamana sığıştıralım, sığmaz ise önemli işleri önden ele alalım denebilir mi? Parkinson’un Birinci Yasası burada işler - “İş, tamamlanması için ayrılan süreyi dolduracak şekilde genişler; yapılacak işin önemi ve karmaşıklığı işin tamamlanması için ayrılan zamanla doğru orantılı olarak şişer,”
Akıl defteri tutmak işi görür. Yapılacak işleri bir kenara – deftere veya küçük kâğıtlara - yazmak işin unutulmamasını sağlar, yapılma niyetini ifade eder, saatlere paylaştırılması yapılması için zaman ayrıldığını gösterir ama bunların hiç biri işlerin yapılmasını sağlamaz.
Zaman yönetimi dersi almak beni kurtarır... Derste öğrenilen zaman yönetimi sistemini öğrenmek, derli toplu düzenli ve disiplinli ve bu alışkanlığını değiştirme niyetinde olmayan kişiyi düzeltemez. Organize olmak için basit küçük bir cep defteri yeterlidir. Pahalı organizatör sistem defterleri kimsenin verimini artırmaz, aklını karıştırır.
Münasebetsiz saatler ... Müsait olmayan zamanda gelen araya girmeler, kesintiler birer sorun gibi görünebilir. İşyerinde sessiz bir saat geçirebilmek hemen hemen imkânsızdır. Ama her kesinti beraberinde ya bir fırsat ya da bir sorun getirir. Genelde fırsatlar müsait olmayan saatlerde gelmekte ısrar eder.
Çetele tutayım... Önce bir zamanımı nasıl kullanıyorum çetelesi tutayım sonra ne yaptığıma bakarım! Şu anda zaten zamanı yeterince kötü kullanan birisine, eğer bunu değiştirmek için yapabileceğin bir şey yoksa çetele tutmak bir şey kazandırmaz üstelik niçin olmayacağı mazeretini pekiştirmesine yardımcı olur. Önce organize olup sonra zaman çetelesi tutmak aha akılcıdır. Organize olurken Cropp Yasasının katkısını unutmamak gerekir - “Yapılan iş miktarı ile ofiste geçirilen zaman arasında ters orantı vardır.”
Abuk sabuk işleri kısayım! Bu abuk sabuk işler telefon konuşmalarından başlayıp, ziyaretçilerle devam eden ve acele yetişecek işlere kadar uzanıp, masa, raf, dolap toplama işiyle sona erer. Bunları yapmak zorundayız. İşimizi yürütmek için bunlar gereklidir. Asıl zamanımızı çalan bunlar değil bizzat kendimizdir. Mazeret babından hep telefonu, misafiri, son dakikada yapılacak işi bahane etmez miyiz?
Bunu yarın yapsam da olur! Bazı işler vardır ertelemekte sakınca görülmez. Ertelenince de iş işten geçer – ”Şunu aklımın bir köşesine yazayım sonra yaparım!”... O yazılan sonra bir türlü akla gelmez... “Nereye koymuştum; daha dün gözüme ilişti, bir dakikada bulurum!”... O bir dakika bir türlü bulunamaz! “Aman şurası da tam olsun, her tarafı güzel olsun, geç olsun güç olmasın!”... Son teslim günü dün müydü? “Şu beyannameyi, toto, loto, yarış kuponunu iki dakikada doldururum!” ... O iki dakika gişe kapandıktan sonra bulunur. “Katalogdan kendime hemen bir şeyler seçerim!” Katalogu kime vermiştim? “Arkadaşımda var, ondan ödünç alırım!”... Arkadaş dün bir aylık bir seyahate gitmiş...
Öyle yarım yırtık bir sürü iş olmaz! Bir iş bitene kadar sadece o işe takılmak her işe bulaşıp hiçbirini yapmamaya göre daha iyi değildir. Her işe bitene kadar takılmak verimli olabilir ama etken değildir. Uzun işleri anlamlı parçalara bölmek, parti parti yapmak daha akılcıdır. Kırk yılda bir maraton koşmak yerine sık sık 100 metreler koşmak gerekir.
İşte ayrı, evde ayrı... Bir kişinin bir planı olur. İki plan iki ayrı kişilik haline döner. İş hayatı, ev ve kişisel hayatın önüne geçmemelidir.
Vakit nakit değildir... Büyürken bizden ileri yaşta olanların sürekli olarak “Vakit nakittir,” dediğini duyardım. Herhalde birileri Benjamin Franklin’in meşhur nutkundan dipnotsuz bir alıntı yapmış – “Vaktin, nakit olduğunu unutmayın.” Benjamin Franklin (1706–1790) o zamanlar söylenmiş olan bu söze her şey bugüne göre daha yavaş geçtiği için ve yaş kemale ermediği için bu söze pek de kulak asılmazmış. Diğer bir deyişle, ”Vakit bol olursa nakit de bol olur,” diye bakılırmış. Vakit, paranın yerini aldı. Zaman 1990’lı yıllarda paranın 1980’li yıllardaki konumuna dönüştü[i] - “istenen, tapılan, gittikçe elde edilmesi daha zorlaşan.” Hayat herkes için her saniye kısalıyor. Para ile satın aldığınız başkasının zamanını kendi zamanınıza eklemek mümkün olmuyor.
Zaman yenilenemeyen bir kaynak... Zaman uçup gidince yerine yenisini konamıyor. Ecel, vadenin dolması. Zaman daha çok aranan, daha zor elde edilen bir şey olduğuna göre iktisatçıların nedret kanununa göre pahalı olduğu için israf edilememelidir.
[i] Nancy Gibbs, Time Dergisi, 1989.