Devletin asık yüzü

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Erich Fromm, “Kendi yaşamında var olamayanlar, dünyadaki bütün savaşların ve kötülüklerin temelinde yatar” der!..Yani bir birey, kendi özgür iradesiyle, korkmadan ve hata yapma hakkını da sonuna kadar kullanarak yaşamalıdır. Başka “güçlerin” baskısı ve boyunduruğu altında olursa, o birey bir süre sonra “kötülük” ün, nesnesi değil öznesi olur. Peki kişinin, kendi yaşamında var olamamasının temelinde ne yatar?

Kuşkusuz “özgür düşünce”  ve “korkmadan” yaşama olanağı yatar. Ne yazık ki bilinçaltımıza artık iyiden iyiye yerleşmiş olan düşünce ise şu:  “bu dünya çok tehlikeli, karşındakiler de çok güçlü.ya sen de güçlü olacaksın ya da kabuğuna çekilip etliye sütlüye karışmadan , sessizce yaşayacaksın” Her iki seçenek de korkunç! Ya  güçlü olmak adına “mafya” kültürünü seçeceksin, ya da hiçbir şeye itiraz etmeden/edemeden yaşamaya çalışacaksın. Heyhat, bu ne acı bir hayat. Bu nasıl bir çaresizlik!

Karşısındakilere ya da yönetimi altındakilere, güler yüzü ile değil de asık suratı ve sert üslubu ile bir davranış modelini seçen bir yönetici,  yaratılan korku toplumunun “faili belli” sorumlusudur.

Sözü Konya Valisi’ne getireceğim. Hani, öğretmenler günü etkinliğinde, ön sırada ayak ayak üstüne atarak oturan bir gazeteciyi öğretmen sanarak , “birader sen öğretmen misin” diye başlayan azarlamasıyla,  bu güzel günü orada bulunan bütün öğretmenlere zehir eden  beyefendiden söz edeceğim.

Malum olaydan sonra beyefendiye, twitter üzerinden, “sayın vali, allahaşkına bir gülün, neden bu kadar asık suratlısınız, çok mu zor gülümsemek” şeklinde bir mesaj atmıştım. Ama ne acıdır ki sayın valinin gülerek çekilmiş bir kare bile fotoğrafını bulamayınca bunun bir “fıtrat” değil bir “tercih” olduğunu anladım. Vali bey, “devletin asık yüzlü” olması gerektiğine inanmış ve ancak böyle “otorite” kurabileceğini sanıyor ne yazık ki.

Şimdi hep beraber şöyle bir zincir kuralım ve cevabı birlikte arayalım. Devletin en üst düzeyinden başlayarak, en alttaki küçücük bir çocuğa kadar giden bir zincir: Hepsinin ortak özelliği sert, asık suratlı, bağırarak konuşan, otoriter, öfkeli olması…Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, taşra amirleri, birim amirleri, birim memurları, öğretmenler, anne babalar ve en son sırada çocuklar……

En üstten en alta kadar herkesin bir üstündekini rol model aldığı bir toplumda, o en alttaki minicik yavrularımızın sevgi, hoşgörü, sükunet, özgür düşünce içerisinde yaşamasını nasıl bekleyebiliriz? Böylesi bir toplumda, öfke, nefret, şiddet ve asabiyetin olmaması mümkün mü?

Korku kültüründe, asık suratlı, bu otoriter karar vericilerin karşıya mesajları çok nettir: “Ben önemliyim, sen önemsizsin” . “Ben değerliyim, benim yerim doldurulamaz, senin gibi kaç tane var,”   “Sen bana aitsin, benden izinsiz kendi başına ortaya çıkma” “ benim kararlarımı sakın sorgulama, ben özelim” ben seçilmişim, tanrı beni seçti, sakın bunu unutma”…ben,ben,ben!!!!!……

En tepedekilerin bu öfke ve sertliğinin temelinde yatan da -gariptir ki- yine “korku” dur. Sonuçta, korku korkuyu doğuruyor. Tıpkı “matruşka”  bebekler gibi sonsuz bir korku toplumuna evriliyoruz.

Korku kültürü devam ettiği sürece ne yazık ki potansiyel şiddet te her zaman var olacak. Bizim kültürümüzde “birey” olma ne yazık ki yetersiz, ait olma ise son derece baskın. Batı’da ise birey olma çok güçlü, ama ait olma zayıf. Batıda gittikçe artan bireysellik bununla beraber gittikçe artan bir yalnızlığa sebep olmakta, bunu da yadsımıyorum . Bu ikisinin ortasını bulmamız gerekiyor. Doğrusu, ait olma ve birey olmayı dengede tutabilmektir. Kuşkusuz, sırf batılılaşma uğruna, bizi biz yapan manevi değerlerimizi de kaybetmememiz lazım.. 

Sonuç olarak, “korku” yu değil, “sevgi”yi egemen kılmamız lazım. Başta siyasette ve bürokraside olmak üzere, “korku” dilini bırakıp “sevgi” dilini yerleştirmemiz, yukarıda anlattığım zincirleme reaksiyonun son halkasının da kurtuluşunun çaresi ancak bu olacaktır.

Bu topraklarda yetişen Yunus Emre bunun çaresini 700 yıl önce ne güzel dökmüş dizelere:

Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi için
Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim
 

Mevlana’nın yaşadığı toprakların valisi,  Konya valisinin gülen yüzünü gördüğümüz gün bir umut ışığı doğmuştur.

Devletin asık yüzü