Tüketirken tükenmek
Türk Dil Kurumu, “tüketim”i, “tüketme işi” gibi son derece yavan bir şekilde tanımlar. Ulusal dilimiz hakkında söz sahibi olan koskoca Türk Dil Kurumu’nun bu yavan tanımlaması ayrı bir yazı konusu olduğu için bugün bunu tartışmayacağız. Ama bu konuyu, mutlaka başka bir yazıda işlemek üzere bir kenara not ediyoruz.
Aynı sözlükte “tüketici” ise, “mal ve hizmetlerden yararlanan, satın alıp kullanan, tüketen kimse” olarak tanımlanmış.
Peki tüketici, mal ya da hizmeti satın alırken, ihtiyaçlarına göre mi davranıyor yoksa ihtiyacı olmayan ürünleri almasına sebep olan başka etkenler de mi var? Öyle ya, tüketim ile tüketici arasında belirleyici olan esas öznenin, “satın alabilme gücü” olması gerekiyor. Peki bu gerçekten de böyle mi? Bu güce sahip olmayan tüketicilerin satın alma güdülerini tetikleyen öğeler neler?
Popüler kültür ve kapitalizm, tüketimi belirleyen ve yönlendiren en başat öğeler ne yazık ki! Yani aslolan ihtiyaçlar değil, “duyguların tatmin edilmesi”, “ topluma bunun ifşa edilmesi, sergilenmesi” ve “bakın ben farklıyım” mesajının verilmesi. Günümüz tüketim toplumunda, “gerçek ihtiyaçlar” ile “sahte ihtiyaçlar” arasındaki ayrım artık ortadan kalmış durumda ne yazık ki! Aslolan, sahip olmak ve bunun getirdiği haz!
İhtiyaçlar artık, bir eşyaya duyulan ihtiyaçtan daha çok, bir “farklı olma” ihtiyacına dönüşmüş durumda günümüzde. Bu anlamda baktığımızda tüketiciler bu eylemlerini “özgürce “ değil , bir zorlamayla yapmaktadırlar. Garip bir paradoks olduğunu ben de biliyorum ancak durum tam olarak da bu! Kapitalizm ve popüler kültür artık şunu emrediyor: “ Benim istediğim şeyi satın almakta sonuna kadar özgürsün!”
Burada daha da tehlikeli olan, tüketicinin tek bir mal ya da hizmeti değil, bütün bir mal veya hizmetler sistemini satın almaya yönlendirilmesidir! Bu da ne yazık ki, tüketicinin ruhen ve ekonomik olarak iflas etmesi demektir.
İşte tam da bu noktada, yani sıradan bir tüketicinin, bu eşiği aşarak, “tüketim toplumu” ile bütünleştiği bu anda artık o da bu aidiyet duygusu ile “gerçek bir asker” olmuştur ve kendisine emredileni itiraz etmeden ve sorgulamadan yapacaktır.
Asgari ücretle çalışan bir işçinin maaşının 3 katı para ödemesi gereken bir cep telefonunu almak için gösterdiği çabayı, sosyologlarımızın çok iyi incelemesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu dürtüler bilinç altımıza öylesine işlemekte ki, artık “market gezmesi” diye bir kavramı bile icat etmedi mi bu millet! Aileler, “akşam ne yapalım” sorusuna , “falanca arkadaşımızı ziyaret edelim, sinemaya ,tiyatroya gidelim, yürüyüş yapalım” cevabını vermek yerine “markete gidelim” şeklinde cevaplar vermeye başladılar ise, kapitalizm amacına ulaşmış olmuyor mu sizce de!?
20 yıla yakın bir süredir tüketici hakları konusuna kafa yoran, tüketicilerin haklarını savunan bir derneğin yöneticiliğini yapan ve yüzlerce konferans vermiş, televizyon ve radyo programları yapmış birisi olarak “Türk tüketicisini” çok iyi tanıdığımı düşünüyorum. Bu nedenle onların düştüğü bu tuzağı hazırlayanları da çok iyi biliyorum gerçekten. Verdiğimiz tüketici eğitimlerinde, bilinçli tüketici şöyle tanımlarız: İhtiyaçlarını doğru tespit eden ve bütçesine en uygun en kaliteli ürünün, önce ihtiyaç-fiyat-kalite üçlemesini belirleyip, satın alma işlemini en sona bırakan kişi bilinçli tüketicidir. Ama en garip ve bir o kadar da komik olan şey nedir biliyor musunuz? Bizim tüketicimiz, önce satın alma işlemini yapıyor, daha sonra fiyat araştırmasına girişip , acaba ucuz mu aldım yoksa pahalı mı aldım sorusuna cevap arıyor!!
“Market gezmesi” tabirini gündelik dilimizden çıkarıp atacağımız ve tüketimin esiri olmayacağımız ve tüketirken tükenmeyeceğimiz bir yeni yıl dileğiyle….