İfrat-tefrit
Yeni kuşaklar eski kelimeleri pek bilmiyorlar. Hoş çok fazla sözcük de bilmiyorlar. Bundan dolayı, kendisine söylenilenlere verecek cevap bulamadıkları için her şeye AYNEN diyorlar. Hayatlarını 200-300 kelime ile idare edip gidiyorlar. Güzelim Türkçemiz kaybolup gidiyormuş, kimin umurunda…
İfrat, bir konuda aşırıya gitmektir.
Tefrit, ise ifratın tam tersi bir anlam taşır ve olması gerekenden az demektir.
Bizim gibi Akdeniz ve Ortadoğu toplumları çok duygusal bir yapıya sahip olduğumuz için bir türlü orta yolu bulamıyoruz. Küçük olaylar karşısında aşırı tepkiler gösteriyor ama tepki göstermemiz gereken konularda ise, garip bir sessizliğe bürünüyoruz.
Ya siyah diyoruz, ya da beyaz. Gri demek aklımıza gelmiyor.
Hiçbir konuda orta yolu bulmak için bir çaba sarf etmiyoruz. O kadar önyargılıyız ki karşımızdakilere karşı, asla yanılmış olabileceğimiz, karşıt fikirde olanların da haklı olabileceğini kabul edemiyoruz.
Uzunca bir süreden beri, televizyonlardaki tartışma programlarını izleyemiyorum. İzleyemiyorum diyorum, çünkü izlemeğe dayanamıyorum. Karşısındakini konuşturmamak üzerine kurulu bir tartışma programı olabilir mi hiç! Nezaketin, empatinin, saygının ve hoşgörünün olmadığı ve “sağırlar diyaloğu” şeklinde geçen bu programların kimseye bir faydası olmadığını düşünüyorum.
Ya göklere çıkartırız, ya da yerin dibine batırırız her şeyi….Örnek mi istiyorsunuz? Sayısız örnek var ama buyrun birkaç tanesini paylaşayım:
Sultan Abdülhamit kızıl sultan mı, ulu hakan mı tartışmasını yüzyıldır yaparız. Hala da bir mutabakata varmış değiliz.
Kenan Evren, darbeci bir general mi, yoksa işlenmiş olan sayısız cinayetleri bir gecede durdurmuş bir vatansever mi? Yaşı 50 ve üzeri kuşak iyi hatırlayacaktır, 12 Eylül sabahı toplumun büyük bir kesimi, darbeyi ve darbecileri alkışlamış, “artık çocuklarımız ölmeyecek, kocalarımız akşam eve dönebilecekler” diye sevinmiş, Kenan Evren ve diğer darbeci generalleri gittikleri her yerde büyük bir coşku ile karşılamış ve hatta kutsamışlardır! Ne gariptir ki, aynı halk, 30 yıl sonra , alkışlayıp baş göz ettikleri bu insanları, idama mahkum etmiş ve Kenan Evren’in cenazesini bile 3-5 kişiyle kabrine indirmiş ve -muhtemelen- ardından gözyaşı döken bir kişi bile çıkmamıştır. Lütfen dikkat edin, aynı kişiye karşı iki uç hisler beslemiş olan halk, aynı halk!
Atatürk! Toplumun büyük bir kesimi, cumhuriyetimizin kurucu liderini her zaman büyük bir saygıyla, sevgiyle ve şükranla hatırlarken, oran olarak çok olmasa da sayısal olarak çok fazla miktarda insan ise O’nu, dilimizi değiştirmiş, dinimize en büyük zararı vermiş, dostlarına karşı vefasız, içkiye düşkün, acımasız bir diktatör olarak görmüştür. Bütün umudunu yitirmiş, açlık ve sefalet içerisinde çaresiz kalmış bir halk topluluğunu, “millet” olma bilincine kavuşturmuş bir liderden söz ediyoruz. Halkımızda, olayları değerlendirirken, bugünün koşullarıyla değil, yaşandığı zamanın koşulları ile değerlendirme alışkanlığı (aslında art niyetliliği demek daha doğru olacaktır) olmadığı için bu konuda da ifrat-tefrit noktasından kendisini kurtaramamıştır.
Turgut Özal! 12 Eylül’ün ağır siyasi ve ekonomik koşullarının ardından yapılan ilk seçimde, önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olmuş Özal da yine kimseyi memnun edememiş ve ifrat-tefrit’e en iyi örneklerden birisi olmuştur. Cebinde 100 dolar bulunduğu için hapse atılan, yağ, şeker, benzin gibi en temel ihtiyaç maddelerinin sıralarında günlerce ömür tüketen halkımız, Özal’ın liberal ve kapitalist politikalarını eleştirirken de orta yolu bulamamıştır.
İsmet İnönü! Cumhuriyetimizin kurucu kadrosunun temel taşlarından, ikinci cumhurbaşkanımız. Gerek cumhuriyetin kuruluş döneminin zorlukları, gerekse cumhurbaşkanlığının ikinci dünya savaşına denk gelmesi sebebiyle büyük bir baskı altında yöneticilik yapmış olan rahmetli İnönü’nün, ülkemizi ikinci dünya savaşına sokmamış olması bile O’na rahmet okumamız için yeterliyken, “rahmet okutacak!” yorumlarda ifrat’a , yani aşırılığa kaçtığımızı söylememiz bizi de hedef tahtası yapar mı acaba!?
Son olarak şimdiki cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek vermek istiyorum. Sayın Erdoğan da ifrat-tefrit’ten hakkını fazlasıyla alan ve önümüzdeki uzun yıllar boyunca da alacağından kuşku duymadığım bir devlet adamı. Özellikle başbakanlığının ilk 7-8 yıllık döneminde yapmış olduğu inanılmaz politika ve icraatları yok sayamayız. Vatandaşın sağlık hizmetlerine ulaşımındaki olanakların arttırılması, devletin hesap verebilmesinin ve şeffaflaşmasının yolunun açılması, sivil toplumun desteklenmesi, ulaşımda atılan dev adımlar gibi sayısız güzel proje yok sayılabilir mi! Ama bunun yanında eleştirilecek sayısız politika da elbette yok değil lakin, her ne olursa olsun Sayın cumhurbaşkanımızı tartışırken de hiçbirimiz bir orta yolu bulamıyoruz. Eleştirirken, ya yüceltiyor ve söz söyletmiyoruz ya da acımasızca yargılıyor ve verilen onca hizmeti yok sayıyoruz.
Bu kötü alışkanlığımızdan kurtulduğumuz ve vicdanımızın sesini dinleyerek olumsuz yönlerin yanında, olumlu şeyleri de tartışmamızda belirttiğimiz zaman ifrat ve tefrit’ten kurtulmuş oluruz.