Deprem odağı
Ne zaman bir deprem olsa, sel felaketi olsa veya bir orman yangını meydana gelse, yüreğim sızlar. Acı çeken insanlarla ben de acı çekerim. Elazığ’da meydana gelen son depremle toplumun bütün dikkati birden Kuzey Anadolu fay hattı ile Güney Anadolu fay hattına çevrildi. Anadolu’da yaşamış bir çok medeniyetlerin varlığını hepimiz biliriz de bu medeniyetlerin nasıl yok olduğu hakkında fazla bir bilgimiz olmadığını düşünmekteyim. Bu medeniyetlerin taş yapıtları üzerinde bıraktıkları bir çok bilgilerin, günümüze kadar ulaştığını biliyoruz. Bu medeniyetlerin kurdukları bir çok şehrin, bugün yıkıntı halinde olduğunu ören yerlerini gezdiğimizde görmekteyiz. Ancak bu şehirlerin neyin sonucunda harabe ve yıkıntı haline geldikleri hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Tahmin yürütmek doğru olmayabilir düşüncesi içindeyim.
Bir doğal afetin bu şehirleri yok etmiş olması ihtimal dahilindedir. Doğal afet olarak depremi kabul edebilir miyiz? Efes, Bergama, Pamukkale, Milet, Knidos gibi şehirlerin, karşılaştığı bir deprem sonrası yok oldukları varsayımdır. Ancak böyle bir yıkım sonrasında belki sağ kalan olmadığı için, konu hakkında bir bilginin günümüze ulaşmadığını da düşünmekteyim. Kayseri’de Kültepe harabeleri, iki ülke arasında savaş sonrası kazanan tarafın şehri yıkıp yaktıktan sonra üzerine toprak yığıldığını, müze yetkililerinin söylediğinden hatırlarım.
Anadolu’da oluşan depremlerin tarihini analiz etmek niyetinde değilim. Ancak bazı rakamlarda takılıp kalmaktayım.
Elazığ’da yaşanan büyük depremin 1939 senesinde oluştuğu kayıtlardadır. O tarihte şehrin ne kadar nüfusa sahip olduğu hakkında kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Aralık ayında meydana gelen depremde 33.000 kişinin hayatını kaybettiği ve 100,000 kişinin de yaralanmış olduğu ifade edilmektedir. Bu rakamlara saygı göstermek adına bir varsayımda bulunmak doğru olur mu, diye düşünmek gerekir. Elazığ şehrinin, 1939 senesinde depremden evvel nüfusunun en az 200,000 olduğunu kabul edersek, devletin kayıtlarında 1940-1950 yılları arasında Elazığ nüfusu 22,964 olarak görülmekte. Yaralı 100,000 vatandaşın nasıl 22,964’e düştüğünün izahı bulunmamakta. 1950-1960 yılları arasında bile nüfus 65,002 olarak DİE kayıtlarında bulunmakta. Bu arada 1960-70 arasındaki nüfusun 98,560 rakamından 1970-80 arasında 63,893‘e düşmesi, hatta 1980-90 arasında 57,417’ye kadar inmesinin nedenleri konusunda kayıtlı bir bilgi bulunmamaktadır.
Bu nedenle Elazığ şehrinin nüfusu konusunda hangi veriye inanacağıma pek karar verememekteyim. Anadolu fay hattı konusunda, Elazığ şehri hakkında çalışan çok bilim adamı bulunmakta. Hepsinin birer değer olduğuna inanmaktayım. Ancak her depremden sonra akıllara gelen bu bilim adamları, konuları kendi görüşlerine göre yorumlayıp topluma aktarmalarında, bazen bilim adamları arasında görüş ayrılıklarına sebep olmakta. Halk onları dinlerken oldukça zorlanmakta.
Rakamların birbiri ile ilişkisinde, çarpan ve bölenlerin sonunda kırılan bilmem kaç kilometre fayın, neyi, ne kadar tetiklediğinin araştırılması neticesinde, başka fayları tetikler mi sorusu sorulmakta. Cep telefonlarının ve bunların aktarma istasyonlarının yaygınlaştırılmasının, kanımca jeologların en sevdiği konu olduğuna inanmaktayım. Çünkü aktarım istasyonlarının bir birilerini görmesi ve zaman içinde ne kadar saptığını tespit etmek, hareket eden karalar açısından önemlidir.
Ekranda depremle ilgili bilgisine başvurulan bilim adamları ile görüşülürken, konuyu yönetenler, odak noktasını hep İstanbul’a yöneltmektedirler. Aslında bu insanlar için Elazığ odak noktasında değildir. İstanbul’un Kuzey Marmara fay hattından nasıl etkileneceği önemlidir. Kimi ekrana çıkan titri Profesör olup, hiç araştırma yapmadan, yayın yapmadan bu payeye atanan, sözde bilim insanlarının ahkâm kesmeleri kadar, abes bir gerçek olmadığını düşünmekteyim. Bu insanlar, Elazığ depremi bahanesi ile konuyu dolaştırıp İstanbul’a getirerek sadece İstanbul’a değil, topluma dayatılan İstanbul’a düşlenen Kanalı savunmalarını ibretle izlemekteyiz diye, bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.