Politize olmuş toplum
Elbette istatistik verileri yok elimde, ama yeryüzünde bizim kadar politize olmuş bir toplum var mıdır acaba? Toplumun karpuz gibi ikiye bölündüğü ülkemizde, ait olduğu mahallenin siyasi takipçisi olan, en küçük gelişmeleri bile takip eden, yorumlayan ve en ateşli şekilde savunan bir kitlenin olması iyi mi, yoksa kötü mü?
Bir taraf siyasi iktidarın politikalarının “sahadaki” savunucuları iken, diğer tarafın da bu politikaların yanlış olduğunu savunan “sahadaki” savunucuları olmasının “toplumun bütününe” faydası nedir?
Seçimlere katılım oranının son derece yüksek ve hatta dünya ortalamalarının da çok üzerinde olmasını, halkımızın demokrasiye bağlılığı ile mi açıklamalıyız, yoksa “aidiyet” duygusunun “partizanlığa” evrilmesiyle mi açıklamalıyız?
Batı toplumlarının, bize kıyasla apolitik denilecek kadar siyasi atmosferin dışında yaşamayı tercih etmesinin nedenlerini irdelemeden bu soruların cevaplarını bulamayız. Oralarda, seçimlere katılım oranının son derece düşük olmasının temel sebebi, “işler nasılsa yürüyor, çünkü sağlam bir sistemimiz var” rahatlığıdır. Kuşkusuz bu imrenilecek bir konfordur.
Kuşkusuz aradaki farkın temelinde, kökleşmiş demokrasi ve tavizsiz herkese aynı şekilde uygulanan kurallar manzumesi yatmaktadır. Kurallar manzumesi dediğimizde, sadece hukuk kurallarını anlamayın lütfen. Yazılı olmayan ahlak kuralları, erdem, beklenen davranış modelleri ve kişisel alan mahremiyeti bunda en belirleyici olan kavramlar olarak öne çıkar. Batıda sınırsız özgürlük yoktur elbette. Özgürlük sınırınız, bir başkasının sınırıyla belirlenmiştir.
Sokağa çöp atılmayan, kuralları ihlal edenlerin “tavizsiz” olarak bedel ödediği, herhangi bir yerde sıra beklerken en öndekinin en az iki metre gerisinde durmanız gerektiği, çocuk bile olsanız “düşüncelerinize saygı duyulacağı”, trafikte yayaların her zaman önceliği olduğunun sözde değil uygulamada olduğu, devlet ile işlerinizin aksamadan yürüdüğü, devletin vatandaşa merhametle yaklaştığı, devletin asli görevlerini aksatmadan yerine getirdiği, on milyonluk şehirdeki asgari hizmetler ile yüz kişilik bir köydeki asgari hizmetlerin aynı olduğu bir ülkede, hangi parti seçimi kazanmış kimin umurunda olur.
Birkaç yıl önce gittiğim, Norveç’in kırsalındaki, yüz kişinin yaşadığı bir köyde, banka, okul, spor salonu, kusursuz kaldırımlar ve yollar gördüğümde çok şaşırmıştım. Ama işte Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün bize hedef gösterdiği , “Muassır medeniyet seviyesi” işte tam olarak da budur!
Yol yapmak belediyelerin asli görevidir değil mi? Peki bir belediye başkanı, neden asli görevi olan yol yapma işini, “yeni yolunuz hayırlı olsun, yeni yolunuz sizi mutluluğa götürsün” diye pankartlar asarak ilan eder? O yolun yapıldığı vatandaşlar “yahu bir dakika, senin zaten işin bu, bunda büyütülecek ne var” diye şaşırmaz? Çünkü biz bunu bir “hak” olarak değil bir “lütuf” olarak görürüz.
“Devletin vatandaşı” değil , “ partinin vatandaşı” olmanız istendiği zaman, emir bekleyen, emri sorgulamayan ve emre itaatin asli unsur olduğu bir ülkede, politize olmamanız mümkün değil kuşkusuz! Bu hiç doğru değil! Devlet vatandaşını politize etmemeli. Politize olması gerekenler devleti yönetenler olmalı sadece. Ülkeyi en güzel seviyelere çıkarmak için politikalar üretmek onların işi. Vatandaşa düşen ise, sadece seçimde sandığa giderek bu politikaları beğenip beğenmediğini, verecekleri oy ile göstermektir. Bu kadar!
Dünyanın endüstri 4.0’ ı, yapay zekayı, Mars’ta yaşam alanları kurmayı, yaşam kalitesini yükseltmeyi, hastalıkları en aza indirgemeyi tartıştığı bir ortamda bizim de bu tartışmalara katılmamız gerekmekte. Bunun yolu da, her bir bireyin en iyi eğitim olanaklarından yararlanması ile başlar, temel yaşam koşullarının sağlanması ile devam eder. Bunu başardığımız gün biz de, siyasi sohbetleri bırakacağız, bundan kuşkunuz olmasın. Ama bu da bir fasit daire içerisinde olursa , o zaman da hep başladığımız yere döner dururuz.
Platon’un çok bilinen bir sözü vardır: “İdeal düzen için ya filozoflar kral olmalı ya da krallar filozof olmalı” der. Heyhat ne kadar da doğru biz söz!