Komplocular
Her olayın altında, farklı sebepler arayanlardır onlar. Septik (kuşkucu) bir bakış açısına sahiptirler. Aslında septizm denilen felsefi akım yeni değil. Neredeyse insanoğlu var olduğundan beri bu düşünce var. Kurucusu milattan önce üçüncü yüzyılda yaşamış olan Phyrrhon’dur. Ancak , bunu felsefi bir düşünce biçimi haline getiren ise Thales’dir. Devamında Protogoras bu akımı devam ettirmiş ve 18. Yüzyıla gelindiğinde ise Kant eleştirel felsefeyi kanıtlamıştır. 20. Yüzyılda da Dewey, “eleştirel düşünce” kavramını ortaya akmıştır.
Ancak bizim bugün ele almak istediğimiz kuşkuculuk ile “felsefi” anlamdaki kuşkuculuk birbirinden çok farklıdır. Felsefi anlamdaki kuşkuculuk, temelde “bilgi” sorununa odaklanır ve “insan bilgisinin olanakları ve sınırı nedir?” sorusu üzerine konumlanır.
Septizmin en büyük mücadele alanının “dogma”lar olduğunu söylememe gerek.
Konuyu daha fazla dağıtmadan esas mevzumuza gelelim.
Olaylar karşısında, farklı açılardan yaklaşmanın çok doğru bir davranış şekli olduğunu ben de kabul ediyorum. Bu durum en çok da yargı sisteminde elzem olan bir husustur. Bir yargıç, önüne gelen bir dava dosyasında , muhakkak surette iddia edilen ve savunulan konulara “şüphe” ile yaklaşmalı ve mutlak doğruya, titiz bir yargılama sonunda ulaşmalıdır. Kaldı ki, buna rağmen bir çok hatalı yargı kararı da verilebilir.
Ancak her konuda şüpheci olmak, her söylenilene şüphe ile yaklaşmak ne yazık ki bazen patolojik bir hal alabiliyor.
Ülkemizde her konuya “şüphe” ile yaklaşan ve her yazdığı yazının ve düşünce biçiminin temelini de yine “şüphe” ekseni üzerine oturtan yazarlar vardır.
Bunların en başında da kuşkusuz Yalçın Küçük ve -bana göre- onu kendine rol model alan Soner Yalçın gelir.
Yalçın Küçük’ten hazzetmem ama Soner Yalçın’ı severek okurum. Ancak son zamanlarda Soner Yalçın, bu “kuşkuculuk” işini o kadar abarttı ki, yazdıklarını okuyunca, “yok artık, bu kadar da olmaz ki” diyesiniz geliyor.
“ Şüphe, gerçeğe ulaşmanın ilk adımıdır” ( Kara Kutu s:165) gibi özlü bir söz söyleyen de Soner Yalçın’dır. Ama Yalçın, bu “şüphe” işini fazlasıyla abartmış görünüyor.
Efendi 1 ve Efendi 2’de yazılanları okuyunca , “galiba ben de bir Sabetayist olabilirim” diyecek kadar isyan etmiştim.
Soner Yalçın’ın kitap ve yazılarının temeli şöyle şekilleniyor: 10 adet doğru olduğunu düşünürsek, yazılan 9 şey doğru ama kalan o 1 adet bilgiden hiç söz etmez Yalçın. Dolayısı ile hiç söz edilemeyen , eksik kalan o bir tane bilgiden dolayı , sanki iddia edilen herşey doğru gibi anlaşılır. Halbuki belki de iddia edileninin en büyük çürütücü objesi, o gizlenen 1 bilgidir.
Son kitabı Kara Kutu ile , tabir caizse , artık “düy dikti” Soner Yalçın. Sağlık alanında yaşanılan her şeyin emperyalizmin ve dünyayı yöneten , başta Rockefeller olmak üzere birkaç ailenin “marifeti” olduğunu iddia eder hale geldi.
Koronavirüs ile ilgili de aynı şey yaşanıyor şu anda. Her taraf komplo teorileri ile dolu. Bu kadar bilgi kirliliği içerisinde, “doğru bilgi”yi arayan insanların ruh hali bozuluyor ve kaçınılmaz bir mutsuzluk ortaya çıkıyor ne yazık ki.
Çin’in yeni cep telefonu sistemi olan 5G yüzünden bu virüsün ortaya çıktığını söyleyenler olduğu gibi, drone’lar aracılığıyla İtalya üzerinden bir virüs saldırısı yapıldığını söyleyenler de var. Kimileri de, yaşlanan dünya nüfusunun bu virüs marifeti ile “doğal(!) seleksiyon”a uğrayacağını belirtiyor.
İspat var mı! Yok!... Delil var mı?.. Yok!...Sadece komplo teorisi.
Kimi insanlar da vardır, her şeye “şüphe” ile yaklaşırlar. Dostluk denilen şey bile “onlar” için kuşku ile yaklaşılması gereken bir olgudur. Her şeyde bir “niyet okuması” yaparlar. Ben bu durumun artık patolojik bir hal aldığını düşünenlerdenim.
Kuşku iyidir. Mutlak doğruya ulaşmak için gereklidir. Kuşku olmadan bilim yapılamaz.
Ancak, sosyal yaşam içerisinde her şeye bu kadar kuşku ile yaklaşmak “tedavi edilmesi gereken patolojik bir durumdur.”
Bu kadar felsefi kavramın olduğu bir yazının son cümlesi belki bu olmamalıydı ama dayanamıyorum ve diyorum ki;
“Bu kadar kasmayın, salın gitsin, birazcık rahat ve huzurlu yaşamayı siz de hak ediyorsunuz.”