Göğe bakalım
Ne zor zamanlardan geçiyoruz. Yüzyılda bir olabilecek bir vakanın bize denk gelmesine mi yanalım, akıp giden zamanda sarılamadığımız, öpemediğimiz sevdiklerimize mi yanalım bilemiyorum.
Zamandan ve mekandan asude, parklarda ve sokaklarda telaşsızca yürüyebilmenin ne büyük bir ayrıcalık olduğunu anladım.
Günlerce ve haftalarca ve aylarca evlere hapsolduktan sonra, kısa bir zaman için sokağa çıktığımda, yağan yağmur damlacıklarının yüzümü ıslattığını, rüzgarın üşüttüğünü görüp şaşırdım. Ve ıslanmayı, ve rüzgarda üşümeyi, ne de çok özlediğimi hatırladım.
Haftada bir-iki gün, annemi babamı sadece kapının önünde durarak ziyarete gittiğimde, yüzlerinde bana sarılamamanın, kokumu içlerine çekememelerinin ıstırabını gördüm.
Uzun süredir yurtdışında olan oğlum, babaannesine ve dedesine sürpriz yaparak ziyaretlerine gittiğinde, anacığımın, olduğu yerde zıplayarak, ellerini ve avuçlarını kıpır kıpır kıpırdatarak, uzaktan sarılıyormuş gibi yaparken ki çocuksu sevincini gördüm… Gördüm ve ağladım.
Onlar bu duygular içerisindeyken, benim hissettiğim ise, “sarılamasam da dokunamasam da, hala hayatta olan bir annem babam var” duygusunun, dışa vurmaktan utandığım sevinciydi.
Nasıl utanmayayım! Ne çok evlat annesini ve babasını kaybetti bu dönemde. Ne çok dostumuzu uğurladık bilinmez ve dönülmez bir sefere.
Bir çoklarımız, dayanılması çok güç ekonomik bir süreç yaşadı. Gündelik kazandığıyla geçim sağlayan milyonlar, çaresizliğin girdabında seslerini duyuramamanın ıstırabını yaşadılar.
“İnsan toplumsal bir varlıktır” diyen Aristo’ya 2400 yıl sonra her birimiz deneyimleyerek hak verdik.
Ne kadar zengin olursanız olun, parayı harcayacak yer ve olanak bulamadıktan sonra, bu kadar paraya sahip olmanın ne kadar da anlamsız ve gereksiz olduğunu anladık.
Bu süreç bana, bize, hepimize şunu gösterdi: Göğe bakmalıyız!
Birlikte sevinebilmek için, sadece göğe bakmamızın yeterli olduğunu gördüm.
Paradan, arabalardan, evlerden ve bizi esir alan “eşya”lardan kurtulup “göğe bakma”nın ne büyük bir ayrıcalık olduğunu gördüm.
Bir gök olduğunu gördüm.
Her yerde “göğe bakma durağı” varmış, bunu anladım. Bu durakta çok fazla beklemeye de gerek yokmuş, bunu da anladım.
Başımı yukarı kaldırmak yetiyormuş, en önemlisi bunu anladım.
Ne kadar hırslı ve aç gözlü olsam da, başım göğe dönmüşken, içime çektiğim nefesin bile bir sınırı olduğunu anlamak ve bunun için bile, tanrıya şükretmek gerektiğini anlamanın tek yolunun, göğe bakmam olduğunu öğrendim.
Ve aldığım nefesi vermenin bile bir lütuf olduğunu gördüm.
Gördüm ve Tanrı’ya bir kez daha şükrettim.
Kalan ömrümüzde “birlikte göğe bakabileceğiniz” zamanlar ve insanlar olsun!