Tüketiciliğin bizden aldıkları
“Taleplerin aşırılaşması, benliğin iyice iliğini kurutur”
Wilhelm Schmid
Wilhelm Schmid, “Arkadaşlıktaki Saadete Dair” adlı kitabında bize şunları hatırlatıyor: “Doygun bir yaşam, başkaları ile ilişkiler kurmayı, onların yakınlığını, ilgisini ve temasını gerektirir; benliğin ve dünyanın emsalsiz bir zenginliğini ancak bu yolla elde edebilirsiniz.”
Yazar ve felsefeci Schmid’in deneyim ve entelektüel birikimlerinin katkılarından hareketle; bugün yaşadığımız doyumsuzluk, yetmezlik, arayış, hırs, tüketicilik ve “benciliğin,” yaşamlarımızdaki belirsizlikleri beslediğini fark edebiliriz.
İnsanla, doğayla, bizim dışımızdaki varlıklarla, suyla, iklimle, mevsimle, başkaca hayatlarla, koparılamaz değerlerle ilişkilenmek zorundayız. Canlı ve cansız varlıkların dengesine, insanla sosyal kültürel etkileşimlere; güneşin, havanın, toprağın sunduklarına ve yeşilin, ağacın, müziğin, suyun ruhuna muhtacız. Bunlardan uzaklaştığımız sürece içimiz elbette fakirleşecektir. “İç fakirleşmesi” ise yaşamak ile yaşamamak arasındaki ince bir kırılgan çizgi değil midir? Hayatın içindeki anlamlı birer sürecin parçası olacaksak, tüm varlıklarla ilişkimizi, samimiyetimizi, saygımızı eşit dengelerde idrak etmeliyiz.
Gelecek bizi, yaşamın içindeki tüm dengeler, varlıklar, insanlarla nitelikli ve saygılı bir organizasyon oluşturup oluşturmadığımızla sınıyor; gelecek, buna göre hazırlık aşamasındadır hep. Ama “Modernlik” sonrası dönemde, neleri var ediyor veya neleri yok ediyoruz; bu yaptıklarımız bizim can damarlarımız olan “bizim dışımızdakilerle” ne kadar ilişkilenmemizi ve işbirliği içinde olmamıza izin verecek? Asıl bizi kaygılandıran ve endişeye sevk eden realite budur.
Bizi, hayatlarımızı, ruhumuzu, düşüncelerimizi, kültürleri, sanatları, farklı olanları, dünyamızı, evreni nasıl anladığımız ve nasıl etkileşim kurduğumuz ve süreçler içindeki tecrübeleri, ne kadar pozitif felsefeye dönüştürdüğümüz, geleceğimizi belirleyecektir. Yaşama ancak beraber anlam verebilir ve beraber yaşamı yüreklendirebiliriz. Tüm bu değerlerimizin pozitif yöne akmasına karşı duruşla yaklaşanlarda hep olacaktır.
Yeryüzünde hepimizin olan kaynaklara göz koyan küçücük bir sınıf; egemenci, emek sömürücü, statükocu, istifçi, sermayeci, tekçi, çıkarcı anlayışa sahip olanlar: İnsan için, doğal varlıklar için, ekolojik varlık için öncellikli olan taleplerin görülmesini hep engelleme peşinde olacaktır; on binlerce yıllık geçmişte hep böyle oldu.
Sorgulamayan, incelemeyen, bilmeyen, muhakeme etmeyen, ürkek, çekingen, topluluklar oluşunca doğanın tüm kaynakları bu kesimlerce yutulmak istenmektedir. Ve sosyolojik yapılarımız buna göre şekillendiriliyor; kaynakları ve milyonlarca yıllarda oluşanı tüketen, insan ilişkilerini koparan, işbirliği ve dayanışmayı ortadan kaldıran ve ortak aklı öcüleştiren birer topluluk şekline büründürülüyoruz. Bu durumda tüketicilik rolünden çıkmamız, “aslan ağzından lokma koparmak” gibi bir şey olmaktadır.
Evet, sadece çalışmak, alın teri dökmek, tüketmek, olanlara razı olmak, bireyselleşmek aynı zamanda evrenin tüm varoluşu ile tersleşmektir. Tersleştiğimiz, kırdığımız, döktüğümüz, azalttığımız, kopardığımız, incittiğimiz tüm doğal varlıklar, doğal oluşumlar, insanlık birikimleri bize karşı öfkelenip, bizlerle işbirliği içinde olmayacaktır; daha ilgiye değer, güzel şekillenmiş, özgür biçimlenmiş, eşit yaşanabilen bir dünyaya ulaşmamız zorlaşacaktır.
W.Schmid, “bireyin kendinden ve yaşamdan taleplerinin aşırılaşması, benlin iyice iliğini kurutur ve tükenişe sürükler onu; tamda benliği fazla büyütmek, benlik yitimine yol açar,” demektedir. Ve şöyle sürdürür Schmid: “Kendisinden emin ve kendisinden hoşnut olan insan, ötekini sevebilir, onun için fedakârlıkta bulunabilir.”
Bize biçilen tüketicilik rolümüzün, insanlığa ne büyük dramlar yaşattığını göçmenlerin boğuluşunda hissetmeliyiz. Bize biçilen tüketicilik rolümüzün, birbirini tanımayan insanları düşmanlaştırdığını unutmayalım. Bize biçilen tüketicilik rolümüzün, canlıları, doğayı nasıl zehirlediğinden kavramalıyız. Bize biçilen tüketicilik rolümüzün, mutluluğu, sevinçleri, coşkuyu ve içimizde canlılığı nasıl kuruttuğuna şahit oluyoruz. Hepimiz içimizi iyiye, doğruya, sevgiye, güzel olan, gerçeğe, neşeliye, üretici ve canlı olana açmalı; özgür, eşit, adaletli ve dostlukla yaşamın tüm bileşenleri barışık olmak zorundayız.
Tanımadığına, bilmediğine, görmediğine, duymadığına değer katmaktır, anlamaktır; birlikte yaşamı kendi dışındakilerle paylaşabilmek, ortaklaştırmak ve güzelleştirebilmektir, ihtiyacımız olan.
Yaralanılan Kaynalar:
- Arkadaşlıktaki Saadete Dair(W.Schmid)
2.Sahip Olmak Yada Olmak(E.Fromm)