Denizlerimizi nasıl böyle kirletebildik?
Günlerdir, bir müsilaj sorunu girdi ya gündemimize, gördüğüm her yazıyı okuyorum, bu beladan kurtulma imkanımız var mı diye..
Üç tarafı denizlerle çevrili olmakla övündüğümüz halde, halkının balık kültürü olmayan ülkede, bir de denizleri nasıl bu kadar kirletebilmiş olmamız işin başka bir ilginç yanı.
Konu üzerine yazılan bu yazıyı görünce, vahametin boyutlarını siz de bir görün diye köşeme alma gereği duydum:
“Cehalette ısrarımız konusuna New York Times gazetesi de eğilmiş. gelecekte 50, 100, 500 yıl sonra tarih bizleri, özellikle bu dönemi muhtemelen lanetle ve doğa ve pek çok şeyin katliamcısı olarak anacaktır. Gazetedeki ingilizce yazıyı (https://www.nytimes.com/.../istanbul-sea-of-marmara...) Ünlü biri, “Marmara denizinin ölümü desek doğru olmaz; bu, ölümü çoktan gerçekleşmiş bir cesedin kokmasıdır” diyerek, beton bina dikmeyi; sanayi atıklarını denize dökmeyi marifet sayan; para hırsı gözünü bürümüş aç, görgüsüz ve kalitesiz bir burjuva sınıfı ve doğayı koruma bilincine zerre kadar sahip olmayan bir kalabalığın birleşmesi sonucunda varılan noktanın zaten başka türlü olamayacağı vurgusuyla paylaşmış. Ben de metni kabaca çevirip paylaşayım dedim. Yazı da hak ediyor bunu; biz de hak ediyoruz!:
‘Masmavi suları ve pırıl pırıl balıklarıyla yüzyıllardır efsane olan Marmara Denizi, İstanbul kıyılarını kucaklar. Kusursuz biçimi, 19. yüzyıl tarihçilerine antik kenti 'iki safir arasına yerleştirilmiş bir elmas' olarak tanımlaması için ilham veriyordu. Ancak Marmara uzun süredir mide bulandırıcı bir halde ve bu yıl sularını boğan ve deniz yaşamını nefessiz bırakan bir kriz içinde.
Nisan'da binlerce balık öldü ve Mayıs'ta da müsilaj adı verilen doğal bir salgı ortaya çıktı ve sümüksü tabakasıyla liman ve sahilleri boğdu. Deniz sümüğünün tam tanımı olan müsilaj, fitoplankton tarafından doğal olarak üretilir ve genellikle denizanası ve deniz hıyarları da dahil olmak üzere diğer deniz canlılarınca tüketilir.
Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Profesörü Mustafa Sarı, fitoplanktonun bu sonbahardan itibaren aşırı sümüksü madde salgılamasına neden olan üç tetikleyiciyi sayıyor: “Marmara Denizi'nin yirmi yılı aşkındır sürekli ısınan ve 40 yıllık ortalamadan 2,5 santigrat derece daha yüksek olan yüzey sıcaklığı; kirlilikten kaynaklanan aşırı fosfor ve azot ve bir iç deniz olan Marmara'nın doğal istikrarı.”
Sorun ilk olarak Kasım'da, yerel balıkçılardan gelen acil çağrılarla ortaya çıkmış. Mustafa Sarı da bir arkadaşından araştırmasını istemiş. Arkadaşının tüplü dalıştan getirdiği videonun endişe verici olduğunu söylüyor. Suda büyük müsilaj kürecikleri görülüyormuş ve yaklaşık 30 metre derinlikte ortam tamamen siyahmış ve sıfır görünürlük varmış.
Bu yılki bir dalış sırasında da, Prof. Sarı, deniz tabanından tırmanmaya çalışan 30 deniz hıyarı bulduğunu ve bunlardan birinin deniz kabuğuna tutunarak çamurun üzerine çıkmaya çalıştığını söylüyor. İkinci bir dalışta, birkaç tane kaldığını saptamış: “Sadece üçünü gördük, bu da diğerlerinin öldüğü anlamına geliyor.. Balçık, sudaki deniz yaşamı için ölümcül olan oksijeni azaltıyor” diyor.
Balıkçılar, daha sıcak havanın geçmişte olduğu gibi müsilajı dağıtacağını umuyorlardı. Fakat nisan ayında Marmara'nın güney kıyısındaki küçük balıkçı köyü Misakca'da felaket yaşanmış. (…) kum balıkları beyaza dönmüş ve ölmüş; yengeçler bile ölmüş.
Prof. Sarı, ölü balıkların solungaçlarının müsilajla tıkandığını söylüyor, ancak asıl, görünmeyen felaket, besin zincirinin bozulması: “En büyük zarar, deniz yaşamının biyolojik çeşitliliğine yöneliktir. Hareketli olmayanlar, resifler, midyeler, süngerler, istiridyeler çok etkilendi. Geri dönebilirler ama kısa vadede değil” diyor.
Hidrobiyolog Erol Kesici ise, Marmara'daki sorunların yıllardır 'ben geliyorum' dediğini söylüyor. "Yıllarca uyarılara rağmen hiçbir şey yapılmadı.. Bunun nedeni, konut ve sınai atıklar ve derin sulara boşaltılan arıtılmamış atıklardır. Denizin etrafındaki araziler daha fazla genişleme planlarıyla yoğun nüfus alıyor. Evsel atıklar, kirliliğin yüzde 40'ından sorumludur ve geri kalanının nedeni de sanayi ve nakliyedir."
Mirasını büyük inşaat projeleri üzerine inşa edenler, Karadeniz'den Marmara'ya ticari nakliye için ek ücretli bir rota açmak için bir kanal inşa etmeyi planlıyor. Bilim adamları, kanalın Marmara'ya büyük çevresel zarar vereceği konusunda uyarıyorlar. Ancak bu iddialar dikkate alınmıyor. Hatta Ulaştırma Bakanı geçen ay bir televizyon röportajında "Aslında tam tersi; Karadeniz'in temiz suyu Marmara'ya karışınca Marmara'nın su kalitesi artacak," diyordu.
Müsilaj türkiye'yi zor bir anda vurdu. Ekonomik bir kriz yaşayan ve pandemi karantinalarından bitkin düşen ülkeye yaz sezonunun çare olacağını düşünüyorlardı. Kıyılarda canlı bir turizm sezonu yaşanacağına güveniliyordu ve balıkçılar, otel ve restoranlar yoğun aylara hazırlanıyorlardı. Satışlar aylardır düşüyordu zaten. Şimdiyse, alıcıların teklif vermeleri şöyle dursun, teknelere ait sandıklar beton zeminde yatıyor, çünkü müşteriler balık yemeye korkuyor.
Marmara'nın Ege'yi beslediği Çanakkale Boğazı'nın gözde turizm beldesi Çanakkale'de de tatilciler, denizi deniz tarağı çorbası kıvamına getiren müsilajlı limana bakıp duruyorlar.
Balçık liman ve sahilleri tıkadığında harekete geçen hükümet, onu pompayla almak için belediye çalışanlarını görevlendirdi. Ancak bilim adamları, asıl sorunun sualtında olduğunu ve deniz tabanını temizlemenin bir yolunun olmadığını söylüyorlar. Hidrobiyolog Kesici, müsilajın Karadeniz ve Ege'ye yayıldığını söylüyor ve ekliyor: “Kokmuş nehirler ve kanallar hala denizi besliyor; Marmara üzerindeki yük çok ağır… gemi yapımına, turizme, trafiğe, hatta uçaklara bile dayanamaz. Bir molaya ihtiyacı var.”
Tüm bunları okuduktan sonra, ülkeyi yönetenlerin bu korkunç sorunun halen farkında olmadıklarını anlamak da ayrı bir sıkıntı…