Hayat doğanın kendisidir

YAYINLAMA: 12 Ağustos 2021 / 14.11 | GÜNCELLEME: 12 Ağustos 2021 / 14.11

 “Yüreği, barışa, uyanışa ve sevgiye yönelten kâinatın güzelliğidir.”

“Yüz binlerce insan, hiçbir şey yeşermesin diye her yere taş döşüyor, minnacık bir ot parçasını bile yakıyor, gökyüzünü kömür ve gaz dumanlarıyla dolduruyordu. Tüm canlıları ve kuşları uzaklaştırarak oluşturdukları yeryüzünün bu minik köşesini güçleri yettiğince çirkinleştirmeye çalışmışlardı ama her şeye rağmen bahar, bu kentte bile yine bahardı.” (Tolstoy/Diriliş 1899)

Yüzyirmi yıl önce Tolstoy, dünyanın gidişatı ile ilgili uyarılarını ve insanın tahribat karlığına serzenişte bulunuyor. Diğer taraftan doğanın insanla boğuşmaktan da vazgeçmeyeceğinin inancını ve deneyimini yansıtıyor. Dünyanın tüm ücra köşelerinde bile insan eliyle doğa adeta kan ağlıyor, tıpkı 1899’da olduğu gibi.

Tolstoy, bu kitabında insan yüreğini barışa, uyanışa ve sevgiye yönelten kâinatın güzelliği olduğunu ama ne acıdır ki insanın bu durumun bilincinde olamamasının üzüntüsünü kendinde yaşıyor.

Yeryüzünün nimetlerine, kaynaklara, evrenin sonsuzluğuna, hayatın sunduğu imkânlara nasıl yaklaşırsak, onlarda bize mutlaka öyle yaklaşacaktır. Doğayla, doğanın kurallarıyla uyumlulaştığımızda patlayacaktır güzelliklerin tomurcukları. Ama insan gözünü ve burnunu dolu tutması gerekirken, hep cebe ve ambara doluşturuyor. Yazar, şair, filozof Mikhail Naimy, “Varlığınız, ambarınız ve karnınız dışındayken daha fazla geçindirir sizi” diyor.

Altın yumurtlayan tavuk misali, “tavuğu kendi ellerimizle kesip”, hırs ve sabırsızlığımıza kurban ettiğimiz gibi yok oluşuna sebep oluyoruz doğanın.

Tabi ki, evren hiçbir dönem aynı kalamaz, kalmamıştır; sürekli bir dönüşüm, döngü halinde ve değişimler yaşıyor/yaşayacakta; biz evrene uyum sağlamak zorundayız, evren bize değil. İnsanın doğayı dizayn etmeye, doğaya hükmetmeye çalışması, eko sistemi kavrayamaması veya işine gelmemesi küresel bir anlayış haline gelmiştir. Bizleri korkutan, endişelendiren, üzen, kaygılandıran ve telaşlandıran, acıya boğan, insanın bu bencil yaklaşımıdır.

Doğal afetler elbette olacak; seller, depremler, yangınlar, tsunamiler, hortum faciaları rüzgârlar olacak; tarih, deneyim, bellekler, insanlık birikimleri, bunlardan kaçınamayacağımızı ispatlamış durumda.

Asl olan ise, insanın tüm bu doğal gerçekler karşısında ne yapacağıdır?                

Deprem için, her gün şiddetle sallana Japonya örneği önümüzde, orman yangınları için dünyanın gelişmiş ülkelerinde nasıl yatırım ve planları olduğunu görüyoruz; sele karşı nasıl korunacağımızı, on iki ay yağmur yağan ülkelerin tedbirlerinden biliyoruz. Tüm bunları bilmiyor muyuz, tercih mi etmiyoruz? Teknolojiyi, ekonomiyi, gücü elinde tutan ve dünyada azınlık olan bir sınıfa göre mi yaşam idame edilecek, yoksa tüm insanlığın ihtiyaç ve çıkarlarını mı esas alacağız?

Küreselleşen dünyada ülkelerin politikaları da benzeşmiş/tekleşmeye(tekelleşmeye) doğru gitmektedir. Mesele ülkelerin politikalarının kamusal perspektifle belirlenmesidir; insanı, yaşamı, doğayı, herkesi, farklı olanı, eşitliği, kamusal değerleri ve herkesi içine almasıdır. Dünyadaki planlamaların özünü, insan ve yaşam bileşenlerinin eşitliği, doğal kaynakların zorunlu ihtiyaçlar dışında kullanılmaması, tabiat varlıklarının korunması, gelecek kuşakların dâhil olduğu yaşam esası üzerinde şekillenmelidir.

Orman yangınları ile çöl oluyoruz, nehirler soğuk akmıyor; iklimleri, mevsimleri, hava olaylarını alabora ediyoruz; toprağı, havayı, karıncayı, kurdu, böceği yok ediyoruz; aslında geleceğimiz ve hayatlarımızdır yangın sisine boğulan.

Son üç haftadır ülkemizde süren orman yangınlarına havadan yeterli müdahale edilememesine tepkiler yoğun. Orman yangınları için gerekli araçlar sağlanmamış, uçaklar hazır halde değil, yeteri kadar yangına müdahale ekipleri ortada yoktu.

Ülkemizde deprem, sel, yangın, çığ gibi doğal afetlere karşı ortak akılla yola çıkılmalı; bilimsel, bağımsız, kamusal kurullar oluşturulmalı; insanı, yaşamı, doğal değerleri merkez alan politikalar belirlenmeli; gerekli bütçeler, alt yapı, araç gereçler kamusal olarak sağlanmalı; okul öncesinden başlanarak, ekolojik eğitimi verilmeli bu eğitim kamusal, bilimsel, toplumcu, doğayı koruma içeriğine sahip olmalıdır.

“Ekonomik güçlülerin” çıkarı yerine tün toplumu kapsayan, doğal yaşamı koruyan değerlerin doğru yaşaması esas alınmalıdır.

Unutmayalım, “Güneş, toprak, su, hava, ağaç olmadığında” satacak bir somun ekmeğimiz bile olmayacak!

Yararlanılan Kaynaklar ve Alıntılar:

1.Mirdad’ın Kitabı(M.Naimy)

2.Diriliş Kitabı(Tolstoy)

Hayat doğanın kendisidir