Binbir yükün altında ezilirken insanlık!
Ne çok şeyi bir anda yaşıyoruz. Bunlara nasıl dayandığımızı anlamakta bazen güçlük çekiyoruz. Hatta yaşarken farkında olamıyorsun; gelip seni alan, seni etkileyen, geleceğe demlenen felaketlerin, ya da içimizde büyüyen fırtınaların.
Dünya çok acılı şeyler yaşıyor; yıkım, sorun, kaos, kötülük, doğal felaketler, ekolojik sorunlar, yoksullaşma bizi bir anda içine çekiyor. Bireyler, ülkeler, kentler, köyler, canlı ve cansız varlıkların tümü yeryüzündeki felaketlerden payını alıyor. Çünkü dünyanın en uçtaki fırtınası, “kelebek etkisi” ile her yeri kara bulutlara boğuyor.
İnsanlık küresel salgından kıvranırken; işsizlik, yoksulluk, ölümler boynumuzu bükmeyi sürdürüyor. Küresel düzeydeki ekonomik, sosyal, siyasal ve sağlık krizleri, göçler en çokta emeği ile geçinen büyük yığınlara etki yapıyor. Kötülüğün, sefaletin, kıtlığın, krizlerin, yangınlar, seller ve daralmanın etkili olduğu toplumlarda; sosyal, ekonomik, özlük, demokratik haklar bir bir erirken, gıdaya, sağlığa, eğitime erişimde yetmezlik boy atıyor.
Hayat süreklilik arz eder, kural budur; istesek de hayatın bir tarafını erteleme şansına sahip değiliz. Çünkü hayat bütünlüklü bir süreçtir zaten. Krizleri, salgınları, işsizlikleri, afetleri, iyilikleri, kötülükleri, zorlukları, sevinçleri hayatın içinde aynı anda karşılamak zorundayız.
İnsanlık birikimi, tarihi deneyimler, bilim, akıl bize durmamız gereken doğru yolları hep sunar. Yaşanan her şeye hazırlıklı olabilmek, yaşanabileceklere öngörülü ve tedbirli olmak; tedbirleri ise kamusal çıkarcı, yani insanı, yaşamı ve doğayı koruyan esasa dayamalıyız.
“Toplum çıkarcı” hedefler için, sosyal devletler var; bunun için vergiler, bütçeler, adalet, hukuk, yasalar, yürütmeler, yargılar var. Sosyal devlet, bir sınıfı değil; tüm toplumu, toplumun doğal, ekonomik, soysal, kültürel, inançsal, kimliksel değerlerini eşit şekilde korumak için vardır; canlının, kaynakların, çevrenin ve yaşamın korunmasına dair bu kurumsallaşmalar önemlidir.
Dünyanın bazı bölgeleri hariç, bu saydığımız kurumsallaşmaların esamesi okunmuyor. İklim krizleri etkisini göstermeye başladı, savaşlar ve çatışmalar sürüyor; açlık susuzluk diz boyu; göçler, yurdunu terk etmeler rutin hale gelmiş; toprağından, evinden, eşinden ve dostlarından kopartılıyor insanlar.
Yeryüzünün sınırları içinde insanlığa büyük dramlar yaşatılıyor. Emperyalizm ve kapitalizm, yerinden, yurdundan edilenleri ucuz iş gücü olarak algılarken; göçmenler, mülteciler, sığınmacılar ekonomilerin piyonu sayılıyor, insanlık dışı yaşama maruz kalan ve ucuz iş gücünün haline getirilen bu insanların yaşadıkları vicdanlarımızın aynalarıdır aslında. Oysa yeryüzü, hepimizin sayıldığında ve yeryüzünün kaynakları eşit, adaletli, hakkaniyetli ve ihtiyaç çerçevesinde bölüşüldüğünde daha yaşanılır bir dünya bizi bekliyor.
Dünyada yaşanan kötülüklerin, acıların, sömürünün direk belirleyicisi değiliz; ama bunu belirleyenlerin, tepkisizlik, çıkarcı, anı kurtaran, bencil, uyutulmuş yaklaşımlarımızdan güç aldıkları kesindir. Dünyayı bu hale, sen, ben, o, göçmen, mülteci, Afrikalı, Asyalı halklar getirmedi. Dünyayı bu hale getiren, silahı, teknolojiyi, bilimi, ekonomiyi, erki, gücü elinde tutandır; yeryüzündeki küçük bir azınlığın politikaları, siyaset anlayışı, sözde hukuk ve adaletleri, büyük çoğunluk için dünyayı yaşanmaz hale getirmedi mi?
İşte bir örnek yeryüzü kaynaklarının %80’inini, nüfusun %20’si ele geçirmiş durumda ve bu kesim birkaç dev aile şirketinden oluşmaktadır. Oysa kendiliğinden var olan toprak, güneş, su, hava, orman herkesin yararlanacağı durumda kalsaydı, hayat daha çekilir olmaz mıydı?
Yani sosyal devletler aracılığı ile, uluslararası hukukla, sözleşmelerle yeryüzü kaynakların insanlığa sunulması güvenceye alınsaydı, bu hepimize bir yaşamsal güvence olmaz mıydı?
Hepimiz yüreğimizi, vicdanımızı, ahlakımızı, ilişkilerimizi içimizdeki sese verdiğimizde; dünya daha özgürleşecek, hümanizm yeşerecek; ayrımcılık, sınıf farkları, ırkçılık, kültürcülük, sözde medenilik yenilecek.
Empatiden, paylaşımdan, özveriden, dayanışmadan, eşitlik, sevgi ve gerçekten uzaklaştıkça hayatlarımız; kaos, karanlık, belirsizlik, tedirginlikler bedenlerimizi çürütmeye mahkum edecek.
Hepimizin, gelecek kuşakların, doğanın, kuşun, çiçeğin doğalımızda var olan; “temize, arınmışa, onurluya, doğru ve iyilikli olana” ihtiyacı var. Hep birlikte, denizin suyu, kuşun sesi, çimenin yeşili, rüzgarın uğultusu, yıldızların ışıltısı, güneşin sıcağına sarılma anı gelmedi mi?
Belki her şey bir anda gerçekleşmez ama bu yolda durmaya, bu yolu seçmeye başlamakla; özgür, eşit, adaletli, onurlu, insani, ekolojik ve demokratik bir dünyada yol alabiliriz.
Neşelenmeye, sevinçlere, mutluklara, sevgi ile gülmelere ne çok ihtiyacımız var? Kucaklaşmaktır iyi gelen, yürekleri tokuşturmaktır hasret duyduğumuz, müziğin ritminde barışmaktır insanlığın ihtiyacı ve sevginin gözlerini çoğaltmaktır derman olan.