Yargı ne halde?

YAYINLAMA: 31 Ağustos 2021 / 18.28 | GÜNCELLEME: 31 Ağustos 2021 / 18.30

Yargı denilince aklımıza ilk gelen şey mahkemelerdir. Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Avukat gelir. Hakim karar verir, Cumhuriyet Savcısı soruşturma yapan ve kovuşturmada yerini alan, Avukat da kutsal savunmayı temsil eden kişidir.

Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Avukat üçlüsü hukukçu olup, bir saç ayağını oluşturmaktadır. Bu saç ayağından birisi eksik olursa, denge bozulur ve saç ayağı ayakta kalmaz ve düşer. Bu denge bozulursa, verilen karar Adil Yargılama kurallarına uygun olmadığı içinde, hak ve adalet gerçekleşmez.

Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve avukat hukukçudur. Bu üçlünün sözde hukukçu olması yetmez. İyi birer hukukçu olmaları gerekir. Öyleyse öncelikle iyi birer hukukçu olmak için ne yapılmalı ve nasıl iyi bir hukukçu olunur?

Hukukçu iyi bir eğitim ve öğretim almalı, nitelikli bir hukukçu olması için öncelikle matematik zekasına ve muhakeme gücüne sahip olmalı, kapasitesi buna uygun olmalıdır. Sürekli okumalı, kendisini geliştirip yenilemeli ve olaylara geniş bir ufuk açısıyla bakabilmelidir. Hukuk alanındaki bilimsel yayınları takip etmeli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarını incelemeli ve değerlendirmelidir. Hukukun temel ilkelerini ve hukukun evrensel değerlerini bilmeli ve bu konuda yorum yapma özelliğine sahip olmalıdır. Gerektiğinde Hukuk alanında yeni bir içtihat üretebilmelidir. Bir hukukçu bu özellik ve niteliklere sahip olduğunda hukuk nosyonu ve formasyonu kazanır. Ve iyi bir hukukçu olur. Görevlerinin hakkını verir. Aksi takdirde iyi bir hukukçu olması bir hayalden ibaret kalır.

Ayrıca hakim, savcı ve avukat iyi bir hukukçu olmasının yanında sorumluluk anlayışı içinde olmalı, işini sevmeli ve benimsemeli, Hak ve Adalet duygusunu zihnine ve gönlüne yerleştirmeli ve bu anlayışı içselleştirmelidir. Günümüzde bu özellik ve niteliklere sahip olan hakim, savcı ve avukat sayısı oldukça azdır. Az da olsa meslek bilgisi ve ehliyeti üst düzeyde olan, görevinin hakkını veren, doğru ve adaletli karar vermek için dosyasını okuyan, araştıran, inceleyen, yasa ve hukuka uygun karar vermemin idraki içinde olan ve bu konuda büyük çaba gösteren hakimlerimizin ve savcılarımızın olduğunu, adalet duygusunu içine sindiren saygı duyulacak hakim ve savcılarımızın olduğunu belirtmek isterim. Onları burada saygıyla anıyorum.

Peki şimdi görev yapan hakim, savcı ve avukatlar ne durumdalar:

Bir kısım Hakim ve savcıların sadece bir havaları var, afra tafralarından geçilmiyor. Bunların odalarının üzerinde hakim ve savcı yazılı olmasa, hakim ve savcı olduklarına bin şahit gerek. Bazı konuları görüşmek istediğimizde, görüşme kabul etmiyorlar. Selam vermekten korkuyorlar. Zira kendilerine güvenleri yok.

Bu durumu açıkladıktan sonra aklıma FUZULİ'nın şikayetname isimli eserinde yazdığı bir yazı geldi. Fuzuli devrin Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a Devlet yönetimindeki eksiklikleri ve aksaklıkları iletmek için bu yazıyı yazmış. "Selam verdim, rüşvet deyu almadılar. Hüküm(belge) gösterdim faydasızdır diye iltifat etmediler. Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim" demiştir.

Bir avukat olarak mücadeleyi terk etmediğim için bu yazıyı yazıyorum. Bu yazıyı yazarken, yargılama sırasında yaşadığımız sıkıntıları dile getirmek istedim. Bugüne kadar yazdığım yazıları hiçbir zaman şahsileştirmedim. Uygulamadaki yanlış ve aksaklıkları ifade etmek için, bu yazıyı şahsileştirmek zorunda kaldım. Verdiğim örnekleri de dosya numaralarını vermek suretiyle ispata hazırım.

Birçoğunun meslek bilgi ehliyetleri yetersiz. Bu yetersiz bilgileriyle karar verebilecek durumda olmadıkları halde, bilmediklerini kabul etmiyorlar. Bilmediklerini kabul etseler, araştırıp öğrenecekler. İşin en kötü tarafı da bu ya! Karar vermek istediklerinde ya Bölge Adliye Mahkemesi hakimlerinden birine, eğer Yargıtay’da tanıdıkları varsa onlara soruyorlar. Kendi meslek bilgileri ve inisiyasitifleri ile karar veremiyorlar. Kaldı ki, her davanın farklı özellikleri vardır. Araştırma yapsalar, konu hakkındaki mevzuatı okusalar, Yargıtay kararlarını inceleseler doğru dürüst, yasa ve hukuka uygun bir karar verebilirler. Kaldı ki, görev yapan hakimlerin ve savcıların çoğu genç, önlerine gelen konu hakkında çalışsalar, inceleme ve araştırma yapsalar yeni bir içtihat oluşturabilir ve yargı sistemimize katkıda bulunurlar. Hukuk nosyonu ve formasyonu kazanır ve iyi bir hukukçu olurlar. Gerçek anlamda iyi bir hakim ve savcı olurlar. Aldıkları aylıkları da hak eder ve kul hakkı yemekten kurtulurlar. Çoğu yaptıkları işin önemini bilmedikleri gibi anladıklarını da sanmıyorum!

Çoğu, dosyayı okumadan ve incelemeden duruşmaya çıkıyor ve duruşmada dosyayı okuyorlar ve doğru dürüst karar veremiyorlar. Karar verildikten sonra, verilen kararlar çok sonra yazılıyor. Bazen bu süreler üç-dört ayı buluyor. Oysa karar verildikten sonra, Ceza Mahkemelerinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 232/3’inci maddesine göre, kararın yazılma süresi 15 gün, Hukuk Mahkemelerinde ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/14 maddesine göre kararın yazılma süresi 30 gündür. Bu sürelere uyan hakim sayısı da oldukça azdır. Yaptıkları iş, beş altı ay sonrasına duruşma günü vermek oluyor. Davalar uzadıkça uzayıp gidiyor. Geciken adaletin adalet olmadığının da farkında değiller!

Bir avukat olarak, açtığımız davalarla ilgili konu hakkında  çalışıyoruz, araştırıyoruz ve dosyaya gerektiğinde Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları sunuyoruz. Açıkçası büyük emek ve mesai harcıyoruz. Bütün bu çalışmamız ve emeğimiz boşa gidiyor. Dilekçemizde yaptığımız açıklamaları okuyan yok. Sunduğumuz belgeleri inceleyen, dosyayı okuyan yok. Bütün çabalarımız yok sayılıyor. Bu duruma üzülmekten başka bir şey elimizden gelmiyor. Şaşırıp kalıyoruz.

Hakim ve Savcılar, bürokratlar içinde en yüksek aylığı alıyorlar. Yaptıkları görevin hakkını vermeleri ve aldıkları aylığı hak etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Görevlerini layıkıyla yapmadıklarında, başkalarının hakkını, kul hakkı yediklerinin farkında olduklarını da sanmıyorum. Farkında olsalar, görevlerinin hakkını verirler.

Bu durumu örneklendirmek gerekirse;

İş Mahkemesine 13.07.2021 tarihinde bir dava açtım. Yedi ay 21 gün sonrası 04.03.2022 tarihine duruşma günü verildi. İş davalarında yargılama basit usule tabidir. Bu yargılamanın özelliği, davaların seri ve hızlı olmasıdır. Seri ve hızlı yargılama böyle yürüyorsa, yazılı usule tabi yargılama nasıl yürür, gel de anla!

Yine, Asliye Hukuk Mahkemesine, bir tapu iptali davası açılıyor. Dava açıldıktan 10 ay sonrasına duruşma günü veriliyor. Asliye Hukuk Mahkemelerinde, yargılama yazılı usule tabidir. Bu anlayışla bu dava hakkında ne zaman karar verilebilir?

Cumhuriyet Savcılarının soruşmayı nasıl yürüttüklerine dair iki örnek vermek istiyorum. Bir kadın 2017 yılında, alacağını almak için bir emlakçıya giderek alacağını istiyor. Emlakçı ile birlikte çalşanları kadının ağzını burnunu kırıyor, ağzı burnu kan içinde kalıyor. Kadın haklı olarak, kendisini dövenlerden şikayetçi oluyor. 2017 ylında şikayetçi olmasına rağmen aradan beş yıla yakın bir zaman geçmiş olduğu halde, kadını dövenler hakkında bir dava açılmadı. Üç-dört savcı değiştirdi, savcıların hiçbiri bu davayı açamadı. Niçin ve neden bu davayı açmadıklarını anlamak mümkün olmadı.

Yine bir kadın, yanında çalışan bir işçiden emniyeti kötüye kullanmaktan 2017 yılında şikayetçi oluyor. Aradan beş yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen henüz dava açılmadı. O soruşturma da henüz sonuçlanmadı. Bu soruşturmada da üç-dört savcı değişti. Bu savcıların hiçbiri de bu soruşturmayı bitirip dava açamadı.

Bu soruşturmaların neden açılmadığını araştırdığımda, savcıların bu dosyalarla ilgili soruşturma sonucu dava açarsak bize yeni dosya verirler endişesi. Belki de dava açmasını bilmiyorlar. Gel de bunlara Cumhuriyet Savcısı de? Cumhuriyet Savcılığı sıfatını hak ediyorlar mı?

Bu savcıları görünce aklıma eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'un sözü geldi.

"Cumhuriyet Savcıları; Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutununuz da bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz." Bu yazıyı okuduktan sonra, örnek verdiğim savcılar neden sorumludurlar acaba?

Geçmişte yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum. Avrupa'nın bir beldesinde, sıradan bir vatandaş vefat ettiğinde, kilise çanı bir kere, bir bürokrat vefat ettiğinde iki kere, bir devlet adamı vefat ettiğinde üç kere, kral vefat ettiğinde kilise çanı dört kere çalınırmış. Gel zaman git zaman vatandaşın biri suç işlemediği halde yargılanmış ve mahkum edilmiştir. Suçsuz olduğu halde mahkum olan vatandaş kiliseye gitmiş, verilen cezayı içine sindiremediğinden kilise çanını beş kere çalmış, beldedeki insanlar merak etmiş, kraldan daha büyük kim var diye, kiliseye, gittiklerinde, kilise çanını beş kere çalan şahsı görüp sormuşlar. Suçsuz olduğu halde mahkum olan vatandaş, "ADALET ÖLDÜ" demiş.

Ülkemizde yargıya inan ve güven yüzde 25-30 seviyesindedir. Yargıya inan ve güvenin azaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Yargıya inanmanın bu sevide olduğu bir durumda hukuk Devletinden ve yargının tarafsız ve bağımsız olduğundan söz edilebilir mi?

Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlarda, Hak İhlallerinden dolayı, ülkemiz Rusya'dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Hak ihlallerinden dolayı da tazminat ödüyoruz. Bu ödenen tazminatta tüyü bitmemiş yetim hakkı vardır. Yanlış ve hukuka aykırı karar veren hakim ve savcılarımızın bu kararlarından dolayı tazminat ödendiğinden, böyle karar verenlere karşı rücü'an tazminat davası açılması için yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Şimdi ki düzenleme yetersiz kalmaktadır. Hak ihlalleriyle, ülkemizin tazminat ödenmesine neden olan hakim ve savcılarımız tazminatla yükümlü olsalar, karar verirken iyi araştırma ve inceleme yapar daha dikkat ederek, doğru dürüst, yasa ve hukuka uygun karar verirler.

Yargıya inanmanın ve güvenmenin önemini, Almanya'da geçmişte yaşanan bir olayla açıklamaya çalışacağım.

  1. Yüzyılda, dönemin kralı FREDERİK, bir saray yaptırmak ister. Saray yaptırmak istediği yerde, SANS - SOUCİ isimli bir köylünün değirmeni bulunmaktadır. Kral değirmeni yıktırmak ister, ancak köylü buna razı olmaz ve değirmenini yıktırmak istemez. Köylünün bu çıkışı karşısında Kral, "Ben kralım, bu değirmeni yıkacağım" diye çıkıştığında, köylü "Sen kral olabilirsin ama Berlin 'de hakimler var" diye karşılık verir ve o değirmen yıkılmaz. O değirmen halen bulunduğu yerde durmaktadır.

Bu olay hakim ve mahkemelere inanmanın ve güvenmenin en güzel örneği olduğu gibi, siz Kral bile olsanız hak ve adalet sizin üstündedir. Bu itibarla da bir Devletin bütün kurum ve kuruluşlarının ve ülkeyi idare edenlerin mahkeme kararlarına uyması ve saygı göstermesi gerekir. Siyaset yargıya müdahale etmemelidir. Siyaset yargıya müdahale ettiğinde, O Mahkemeden adaletli bir karar çıkmaz.

Bu arada Adaletin önemini ortaya koyan düşünürlerin güzel sözlerini yazmakta fayda görüyorum.

"Eğer yargı gücü, yasama ve yürütme güçlerinden ayrılmazsa özgürlük söz konusu olmaz". MONTESQUİEU

"Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner."

"Bir rejim, halkın adalete inanmaz hale geldiği noktaya gelince o rejim mahkum olmuştur" KONFÜÇYÜS.

Bütün duruşma salonlarında yazılı olan "Adalet Mülkün (Devletin) temelidir" sözünü" suçsuz olduğu halde mahkum olan şahsın, Adalet öldü diyen şahsın, sözünü bir araya getirdiğimizde, Adaletin olmadığı bir ülkede Devlet temelden yıkılır ve çöker. İşte o zaman ne hukuktan, ne hukuk devletinden, ne de demokrasiden söz edemezsin!

Yargı ne halde?