Yenin kendinizi siz yenilmeden
“Sevemeden ölen gözler görüyorum. Hiç yaşamamışlar.” Sepin İNCEER
Bir belirsizliktir, hayatlarımızı alıp giden. Öfke, tedirginlikler, kaygı, korku bizi kendi karanlığımıza hapsediyor. İnsan fark etmeden kendi kötülüklerine yenilgiyi zafer sanıyor. Başımızı hayatın, gerçeğin, doğanın, sevginin yastığına koymaktan imtina ediyoruz. Doğa bize neyi bahşettiyse ondan kaçmayı, gücün ve ihtirasların gölgesinde saklanmayı tercih ediyoruz. Yeryüzünün acılarını kendi ellerimizle besliyoruz böylece.
Gölgelerimizle yaşamaktan kurtulamıyoruz. Bulutlarla uçuşmayı, denizlerle kucaklaşmayı, rüzgârla dertleşmeyi, ağaçla hüzünlenmeyi, Güneş’le umutlanmayı, baharla yenilenmeyi beceremediğimizdendir belki, tüm acılarımız. Belki de soldurduğumuz çocukluk ruhumuzdur, sevmeleri bilmemiz bundandır.
Çevremizde etkileşimimiz olan tüm varlıklarla, düşüncelerle, yaşananlarla birlikteliğimizde bir belirsizliğin gölgesinde kalıyoruz. İnsanın kendini hayatın merkezi ve egemeni saydığından bu yana, doğadaki hiçbir canlıya rahat yok gibi. Oysa daha basit ve daha kolay, daha da sade yaşamayı becerebilseydik, belki de zamanımız bu kadar can sıkıcı olmayacak; hayallerimiz bu kadar uçsuz bucaksız olmayacaktı.
Antik çağın bilgi, birikim, aydınlatıcı gücü ve felsefesi ile buluşmayı çağımız insanı çok tercih etmedi. Acılar, yoksulluk, eşitsizlik, küresel iklim sorunları, ayrımcılık, gelir dağılımdaki dengesizlikler ve şuursuz tüketicilik insan için sorun olan tüm kötülüklerin belki de panzehirini Antikçağla yeşeren; gerçeğin, bilginin, doğanın ve adaletin ritüellerinde aramalıyız.
İnsanın en büyük yoksunluklarından biride yüzleşememe. Kendisiyle, deneyimleriyle, yetmezlikleriyle, korku ve hırslarıyla, eskileriyle yüzleşememek; insanı doğanın en sorunlu varlığı haline getirmişe benziyor. Oysa yaşama kendi varoluşu, saflığı ve dengeleyici ruhu ile bakıldığında, isteklerimiz küçülecek; devindiğimiz kör kuyudan da kurtulacağız belki; kibir, öfke, nefret, düşmanlık yerine sevebileceğiz kendi dışımızdakileri.
İnsan yeryüzünde yaşanan bunca kötülüğe, acıya, yıkıma, ölüme, kedere, açlığa, sefalete yüzünü dönmeyi ve gözlerini kör etmeyi becerdiği sürece de; kendi huzurunu, konforunu, keyfini arama ızdırabından da kurtulamıyor. “Tek başına” yaşam, sosyal varlık olan insana uygun olmayacağını bilim, hayat ve bilge insanlar kanıtladılar. Yeryüzünde yaşananlardan kendini sorumlu ve ilgili görmeme eğilimini meşrulaştırma çabasında insan; ihtiraslarına, hırslarına yenilmiş durumda insan.
Nicos Kazacakis, muhteşem kitabı ZORBA!da şöyle diyor: “Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.” Yani başka varlıkları, başka insanları, doğayı, adaleti kurtarmayı çabalarken, aslında kendi kurtuluşumuzu sağlama yoluna girmiş oluyoruz. Yeryüzündeki herhangi bir sorunun, çöküşün, krizin, belirsizliğe; kendi etkimiz, ilgimiz olmadan var olmasını veya yok olmasını beklemek, kendimize yaşattığımız en büyük ceza değil midir?
Mikhail Naimy’in şu sesine yürek verelim mi: “İhtiraslar üstün geldiğinde insanoğlu dengesini yitirmekte ve insanoğlu sellerle boğuşmaktadır…Yakın ihtiraslarınızı onlar sizi yakmadan!”
Yararlanılan Kaynaklar;
Zorba(Nicos Kazancakis)
Ağıtların Tanrısı (Sepin İNCEER)
Mirdad’ın Kitabı(M.Naimy)