Yargı ve siyaset (4)

YAYINLAMA: 11 Kasım 2021 / 14.06 | GÜNCELLEME: 11 Kasım 2021 / 14.06

Siyasetin yargıya müdahale etmemesi gerektiğine dair, geçmişte yaşanan bir olayı buraya aktarmak istiyorum: 27 Mayıs darbesi döneminde Yargıtay Başkanlığı görevinde bulunan, önemli bir hukukçu olan RECAİ SEÇKİN, Yassıada'daki darbe mahkemesinin başkanlığını reddetmişti.

Merhum RECAİ SEÇKİN, devlet ve hükümet başkanı, Türk Silahlı Kuvvetler Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel'in huzurunda şöyle konuşmuş. "Hakim, hukuk esasları ve vicdan yerine idare adamlarının veya davada ilgisi olanların birisinin etkisinde kalarak karar verirse, verdiği karar özünde adaletle ilgisi bulunmayan bir belge, daha açıkçası bir zülüm belgesinden ibaret kalır. Bu durum haksızlığa uğrayan kadar bütün toplumun gönül rahatlığını bozar. Zira yurttaş haklı olarak aynı felaketin bir gün kendi başına geleceğini düşünür."  Böylesi faziletli, verdiği mesajla herkese ders veren büyük hukukçu RECAİ SEÇKİN' i saygıyla anıyorum.

Günümüzde böyle faziletli hukukçu görmek oldukça zordur. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, darbecilerin isteği doğrultusunda karar verecek hakim ve savcılar ayarlandı. Kurulan bu olağanüstü mahkemelerde görevlendirilen hakim ve savcılar tarafından yargılama yapılırken, Ceza Muhakemesi Kanunu’nu, Türk Ceza Kanunu’nu yok saydılar. Evrensel hukuk anlayışı unutuldu. Savunmaya hiç itibar edilmedi. Yargılama yapılırken ne hukuk ne de adalet vardı. Verilen kararlar tamamıyla siyasi idi.

Yassıada’da yargılanıp mahkum edilen, zamanın Başbakanı Adnan Menderes, Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan yapılan yargılamalar sonucu idam cezası ile cezalandırıldılar. Verilen bu idam cezaları infaz edildi. İdam edilenler hala bu milletin gönlünde yaşıyor. Ancak onları yargılayanların bu milletin gönlünde zerre kadar bir yeri kalmamıştır. Onlara isnat edilen suçlar köpek, bebek, arsa, değirmen, istimlak, arsa davası gibi basit ve yargılamayı ve mahkum edilmeyi gerektirecek nitelikte değildi.

12 Mart 1971 yılında yapılan darbe ile sivil hükümet devrildi. Ülkemizde Olağanüstü Hal ilan edildi. İnsan avına başlandı. Rastgele insanlar gözaltına alınarak eziyet ve işkencelere maruz kaldı. Kimisi sakat, kimisinin ruh sağlığı bozuldu. Hayatları karardı. Olağanüstü mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelere, darbecilerin isteği doğrultusunda karar verecek hakim ve savcılar görevlendirildi.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, bu olağanüstü mahkemelerde yapılan usulsüz ve hukuksuz yargılamalarla dam cezası ile cezalandırıldılar. Verilen bu idam kararları infaz edilerek, bu üç gencin hayatlarının baharında yaşamlarına son verildi. Verilen bu karar da siyasi idi. Hatta denildi ki, bu üç genç hakkında verilen karar, 27 Mayıs darbesiyle idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın karşılığıydı.

Böyle bir hukuk, böyle bir adalet var mı? Devlet intikam peşinde olur mu? Yanlışa yanlışla karşılık verilir mi?

Bu üç genç kendilerini vatanına adayacak kadar yurtseverdi. Emperyalizme karşıydılar. Gerçek anlamda tam bir bağımsız Türkiye istiyorlardı. Pırıl pırıl bir zekaya sahiptiler. Yaşasalar ülke yönetimde görev alsalar ülkenin kaderini değiştirecek kadar zeki ve akıllı insanlardı. Her nedense bu üç gencin hayallerini yıktılar. Ülkemize de bu ilerici ve devrimci üç gence de yazık ettiler. Sürecek

Yargı ve siyaset (4)