Hayat Keyifle Bize Sırıtıyor
“İyilik, iyilik ve kötülüğün diyalektiğine dayanır.”
Jean Baudrillard
Umutlanmak, istemek, hınca hınç iyiliklere ve dünya dolusu güzel şeylere odaklanmak insan ruhunun doğası gereğidir. Başka türlü nasıl ayakta kalabilir ki insan; başka türlü nasıl hayata asılı kalabiliriz ki? Özümüze kulak verdiğimizde ne kadar yalın şeylerle yetinebiliyoruz, değil mi? İnsan belki de hiç kötü olmayacaktı, doğarken onu beşiğe ve ölürken tabuta çivileyenlerin tokmağı olmasaydı.
Hiç kimseye acı vermeden, hiçbir varlığı küle döndürmeden, hırslanmadan, hınçlaşmadan, kibirlenmeden, ağlatmadan ve hayatı hüzne boğmadan yaşamayı becerebildiğimiz oranda insanızdır belki de. Hayatlara son vermeden birlikte hayatlaşmak ne de tatlıdır; insan kendinden verebildiği, kendinde kattığı oranda en iyi hissedebilir kendini.
Şöyle bir açılıp gökyüzünde ışıltıları savurmak, sevgilerin ıslanmışlığıyla ırmaklar boyunca uzayabilmek, yüreğini açıp toprakça bereketlenmek ve hem de altın tadında yüreği zenginleştirmek, sarılıp sarmaş dolaş koklamak rüzgarı, dağlara onlarca kibarca melodiler savurmak ne de uyandırırdı içimizdeki hakikati. Hakikat ve içimizdeki hayat ne de çok taşır anlayışın ve sevginin tohumlarını.
Beraberken, yığınlarla iken yalnızlığı iliklerine kadar hissediyor insan; tüm ömrünü üretmekle tüketen insan, yoksullaşmaya boyun eğmiş. Bilgi, akıl, yapay zekâ, teknoloji, sosyal medya, iç içe geçen küresel ağların büyüsünde kendini yitirmiş insan. Ve insan, tabiatın bolluğu ve bereketinde, kâinatın nimetlerinden uzak tutulup, mahkum edilmiş “kaderine.”
Niye duymaya, bilmeye, anlamaya, kavramaya bu kadar tahammülsüzüz? Niye bu kadar “aşırı dost, aşırı düşmanlığı” sıkıca barındırır içinde insan? Niye mutlak otoriteye, mutlak hoşgörüsüzlüğe, güce, ayrımcılığa hayran kalırız ki? Niye şiddete, öfkeye meyilli oluruz ki? Doğayı, canlıyı, insanı, kadını, çocuğu, karıncayı, sevdaları, aşkları ve içimizdeki coşkuyu neden kocaman sevinçlerle karşılamaz ki insan?
Vicdanlarımızın özü ile buluşma zamanı gelmedi mi? Doğru yere, iyi yüreklere tutunmaya; adaletli, masum ve hür olan değerleri yüceltmeye geç kalmadık mı? Her varlığın bir ruhu vardır; sevmekle ruhlanır tüm doğa. Tabiat kusursuzluğu taşır hepimize; zalimlik, ilkellik, yıkıcılık bilmez doğanın melodileri; türkü tadında içimizi uyandırır doğa; yeter ki halayı, horonu, dansı, müziği kuşansın kalplerimiz.
Belki de insan akıldan yoksullaştırıldı; zihinlerimiz köreltilip, yüreklerimiz zemheri ile kuşatıldı. Belki de insanın sığındığı kalıplar insana uygun değildi, belki de insanın sokuşturulduğu şekiller biçimsizdi. Belki de içimizden koparılanlar içtenliğin ve güzelliğin hücreleriydi.
Tüm yolculuğumuz “insan olmak” içindi. Ozan’ın dediği gibi: “Sözde bir insan olmaya geldik.”
Düşünme, akıl yürütme, yeteneklerimizi açığa çıkarma zamanı: Duyularımızı, duyarlılıklarımızı ve yüzümüzü gerçeğe, özveriye, doğruya, hakkaniyete yöneltmeliyiz. İnsanı yıkan, insanlığı yıkan “gerçek dışılığın” karşısında gerçeği inşa etmek zorundayız
Unutmayalım: İyi duygular asla yenilmemişlerdir. Körü körüne bağlandığımız kibri, vahşice içimize sızan şiddeti ve bilemeden yüklendiğimiz nefreti yenilgiye uğratmak zorundayız.
Aydınlık zihinlere, işleyen mantığa, çocukça duygulara, özgürce barışmalara varınca güzellikler fışkırır.
İyiliklerimizi, umutlarımızı, yüreklerimizi, cesurluklarımızı, akıllarımızı, mizahımızı, neşemizi ve sanatçılığımızı buluşturarak yaşamı anlamlaştırmaya ve özgürleştirmeye başlamalıyız.
Hayat keyifle bize sırıtıyor, hadi hep birlikte gülümseyelim…
Yararlanılan Kaynaklar:
Kötülüğün Şeffaflığı (Jean Baudrillard)
Kitlelerin Psikolojisi (Gustave Le Bon)