Nerede Bir Ezber Varsa Özü Yok Etmektedir
“Fikirler ancak doğal ve olağan ortamlarda oluşur.”
Gustave Le Bon
Günümüzde eğitim ve öğretim ile ilgili o kadar çok görüş, deneyim, uygulama, tez-karşı tez mevcut ki, inanılmaz bir kafa karmaşasına ve eğitim sistemleri ise karışıklığa-istikrarsızlığa gebe bırakılmış. Hem küresel hem de ulusal düzeyde en çok tartışılan ve gündemleşen eğitim öğretimle ilgili bilgi farklılıkları da toplumları bu süreçlerinde tüketiciliğe-popülerliğe ve beklentisizliğe maruz bırakmaktadır.
Herkesin dediğinin doğru, ertesi gün tümünün yanlış kabul edildiği bu kadar esnek ve kayganlık zeminine eğitim-öğretim alanı dışında rastlayamayız. Siyasal dengeleri sıklıkla değişkenlik gösteren ülkelerin eğitim ve öğretim halleri ise perişanlık sendromundan sıyrılamamaktadır.
Eğitim-öğretim alanının bu kadar siyasallaştığı, piyasalaştığı, eğitimdeki eşitsizliğin bu kadar büyüdüğü, nitelikli eğitime ulaşmanın bu kadar zorlaştığı dönemlere rastlandığını bilmemekteyiz, en azından tarih bize böyle bir deneyimi sunmamaktadır. Ülkemizde eğitimin obur siyasallaştığı zaman dilimindeyiz; program, müfredat, içeriğin, eğitim uygulamalarının anlık fırtına hızıyla var edildiği bir dönemi yaşamaktayız.
Devamlılığın, istikrar, bütünlüklü kadro yapılanmanın en çok zaruriyeti olan bir alandır eğitim alanı. Gelin görün ki, en çok kadrolaşmanın yaşandığı, her gün yetkililerin değiştiği, siyasi iradelerin tabanlarını memnuniyeti üzerinden personel alımlarının yapıldığı, hatta öğretmen atamalarında yetenek, beceri, yeterlilik, liyakatin ve adaletin yerine keyfiyetçiliğin ayyukaya çıktığı bir sürecin haykırışlarında boğulmaktayız.
Geçmiş on yıllarda, yüzyıllarda buna benzer haller yaşanmadı mı? Yaşanmıştır. Ama eğitimin, sağlığın ve yaşamsal haklardan öncelikli konuşulduğu, tartışıldığı, haksızlıkları ile anıldığı, eğitim alanın müdahalelere bu derece maruz kaldığı bir dönemi hafızalarımız önümüze sermiyor. Varsa da öğrenmek, bilmek isteriz. Düşünün, yüz binin üzerinde öğretmen özel okullarda ya da özel eğitim kurumlarında asgari ücretin bile altında çalışmaya zorlanıyor; eğitimcinin kuralsız çalıştırıldığı, tamamen piyasanın keyfiyetiyle insanlık dışı, güvencesiz çalıştırılmaya mecbur bırakıldığı başka bir dönem varsa öğrenmek isteriz.
Düşünün, aynı okulda aynı işi yapan öğretmenler farklı ücret, farklı sosyal-özlük haklara sahipler. Birisi diğerinden(ücretliden) kat be kat ücret alıyorken; biri eş durumu tayin isteyebiliyor, diğeri eşi ve çocuklarının yanına tayin isteyemiyor. Düşünün bir derslikte 50 öğrenci varken, diğer bir okulda 20 kişi bir derslikte eğitim-öğretim görmektedir. Peki bunlar önemli mi? Çok önemli; hayatın her alanına sirayet atan eşitsizlik, eğitim alanında ise üst üste boğumlanarak uzamaktadır. Ünlü düşünür Jean Baudrillard’ın tespit ettiği gibi; “tek bireyi istikrarsızlaştırarak bütün bir sistem istikrarlaştırılır.”
Ünlü filozof Herbert Spencer ise şöyle diyor: “Öğretimin insanı ne daha ahlaklı ne de daha mutlu kıldığını, iç güdülerini ve kalıtsal tutkularını değiştirmediğini ve kötü yönlendirdiği takdirde onu faydadan ziyade zararlı hale dönüştürebileceğini gördük.” Yanlış, eksik, yetersiz, toplumsallığı, güncelliği ve yaşamı öngöremeyen, gelişimi ve bilimsel gerçekliği esas almayan, diyalektik öngörüyü algılamayan bir öğretimin daha çok suç ve hata ürettiğine vurgu yapar, Gustave Le Bon.
Ders kitaplarını, belli kalıpları ve tarihsel bilgilerin ezberletilmesiyle zekânın, becerinin gelişebileceğine inanılmaktadır. Oysa insanlığı yıkan tüm ezberler değil mi? Ezber, itaat değil mi? Ezber bireylerin bilmediğine körü körüne bağlanması değil mi? Ezber, varlıkların ruhunu, mizahını, zekâsını, algılarını, analiz ve çözümleme becerilerini, doğanın ruhuna uygun üretimi yok saymak değil mi? Nerede bir ezber varsa özü yok etmektedir.
“Tüm bireyler aslında sanatçı doğar,” tüm bireyler yaşamın ezgileriyle, tüm bireyler evrende sevinçler yaratmak için doğarlar. Tüm bireyler eşit, özgür, ayrımcılığı ve kötülüğü bilmeden doğarlar. Belki tüm bireyleri aynı öğretim esaslarına, tek programa, farklılığın olmadığı öğretim anlayışına maruz bırakmak düşünce ve duygu, duyarlılık yitiminin baş mimarlığıdır.
Muhakeme, deneyim, inisiyatif, karakter, özgür ortam ve üretim hayatta doğruya götüren gerçekler ise, eğitim ve öğretim anlayışları bu çerçevede “yaşam” esas alınarak planlanmalıdır.
“Bitik insan” yaratmış olmaktan bıkmadık mı?