70 CENT’e MUHTACIZ!
70’li yılların Başbakanı Süleyman Demirel’in, ülke tarihimizin ekonomik boyutunu özetleyen cümlesi... 70 Cent’e muhtacız!
Ülkenin içinde bulunduğu kıtlık ve dar boğaz, halkın yoksulluğu, hazinedeki döviz kıtlığı... tüm bunlara rağmen espri yapabilme kabiliyeti. Fikrimce, 70’li yılların günümüz tarihinden daha zevkli ve huzurlu geçtiği kanaatindeyim. O tarihlerde sorunların giderilmesi için çaba gösterilmesini bir kenara alalım. Odaklanmamız gereken asıl nokta; insanların ve siyasilerin, sorunların var olduğunu kabul etmesidir. Günümüz tarihine baktığımızda ise sadece ve sadece inkar edilen sorunlar, hor görülen insanlar ve tutuklanan muhalifler... Demirel yaşıyor olsaydı özgür olması mümkün değildi.
O yıllardan bu yıllara kadar geçen 50 yıllık süreçte, bir adım dahi ileriye gidebilmiş olmamız gerekirken, aksine daha büyük ve içinden çıkılması güç ekonomik sorunlarla karşı karşıyayız. Somutlaştıracak olursak; günümüz tarihine baktığımızda en revaçta olan ürünün Ayçiçek yağı olduğunu görüyoruz. Bu ürün o kadar büyük bir kıymete sahip ki hanesinde bulunanın burjuvazi sayıldığı, stok yapanın hayat sigortası gördüğü yüceler yücesi bir ürün olmuş vaziyette. Peki niteliği nedir? Öğrenci evinde yumurta, aile evinde kızartma yapmayı sağlamak. Biraz daha zevk düşkünüysek, mısır patlatmak. Daha öte bir kullanım amacı yok. Gelgelelim ki halkımızın büyük bir çoğunluğu da burjuvazi olmadığından, Ayçiçek yağı sıkıntısı, daha geniş perspektifte ekonomik sorunlar ve çöküşler yaşadığımız aşikar. Nasıl bu hale geldiğimizi birkaç cümlelik paragraflarla anlatmam imkansız olmakla birlikte, değinmek istediğim asıl nokta, sorunsuzmuşçasına davranılan ekonomimiz ve onun durdurulamayan çöküşü.
Ülke insanları olarak, büyük çoğunluğumuzun benimsemiş olduğu İslam dini etkilerini hayatımızın her alanında görmekteyiz. Bunun önemli etkilerinden bir tanesi de ‘’şükürcü’’ zihniyete sahip olarak yaşamamızdır. Bu sebeptendir ki hiçbir sorunumuzu dillendirmeden, ilahi varlığımıza sığınarak rahatlamayı amaçlarız. Fakat bu durum son yıllarda o kadar alakasız bir boyuta ulaştı ki en yumuşak halde yapılan eleştiriler bile aç gözlülük, şükürsüzlük hatta devlete başkaldırı olarak algılandı. Bu ve türevleri şeklinde olan yaftalama çalışmaları, siyasiler tarafından baskı mekanizması olarak kullanıldı. Çöküşüne engel olamadıkları ekonomimizi kurtarmak için fikirler sunup, çözümler üretmek yerine, rahatça yaşama arzusuyla kendini, bizleri ve ülkesini kurtarmak için karşı çıkan insanları susturmayı benimsediler. Bu durum ilerleyen dönemlerde olağan bir hale geldi ve menfaatçi insanların da bu durumdan rant sağlamasıyla birlikte, karşı çıkanların sayısı gün geçtikçe azaldı. Eleştiri sonrasında verilen tepki ise bir o kadar ağırlaşmaya başladı. Adalet ve ahlak kurallarıyla bağdaşmayan bu durumun dahi dayanak gerekçesi ve mantıksızda olsa açıklaması varken, garipsediğim nokta; tüm bu sorunlar içerisinde tek sıfatı mağdur olan insanların, bu menfaat ve rant ilişkisine ses çıkarmaması, maddi ve manevi kayıplarımızı sanki bir şahlanışmış gibi karşılamasıdır.
Son dönemlerde popüler olan sokak röportajlarını hepimiz biliyoruz. Bir çoğunun konusu, ülkemizin ekonomik çöküşü ve bu çöküşün arkasındaki sebeplerin halk tarafından tespit edilmesidir. Fakat bağnaz ve fikirsizce davranan bazı insanların, bu denli basit ve sıradan bir röportaj içerisindeki eleştiriye bile tahammülü kalmamıştır. Mesela hemen hemen her röportajda eğitimi için kitaplarını alamadığından bahseden bir öğrenci ve ona şiddetle karşı çıkarak, telefonunu çıkar diye bir ihtiyar görebilirsiniz. Öğrencinin, anayasal hükümlerle güvence altına alınmış olan eğitim hakkına ulaşmanın zorluğunu eleştirmesinin ülke veya toplum nezdinde nasıl bir zarara sebebiyet vereceğini anlamak akıl karı değildir. Aynı şekilde, bu durumu ülkeye bir saldırı ve başkaldırı olarak gören insanların verdiği tepkileri anlamlandırmakta mümkün değildir. Zannımca bunun tek sebebi, şükürcü zihniyetimiz getirdiği masum duygularımızın, buhran içinde olmamıza sebebiyet veren siyasiler ve onlara alkış tutan menfaatçiler tarafından kullanılmasıdır.
Tüm bunlara karşılık, geçici çözümler ve adımlar yerine kalıcı ve düzenleyici tedbirler bulmamız için ilk yapmamız gereken şey, mantığımız ile inançlarımız arasındaki çizgiyi belirleyebilmektir. Sadece daha rahat bir yaşam sürmek umuduyla eleştiride bulunup, fikir beyan insanlarımızı engelleyerek yaftalamak yerine onlara destek olmamız, haklı oldukları noktalarda düşüncelerine katılmamız gerekmektedir. Zaten bunları yapmaktan başka çaremizde kalmamış durumda. Bunun aksi olan her şey 99 yıllık cumhuriyet tarihinde bilfiil uygulanmış olup hiçbir faydası görülmemiştir. Öte yandan, dini inançlarımızı batıl inançlarımızdan ayırıp, şükür etme ihtiyacımızı doğru ve yerinde durumlarda kullanmamız gerekmektedir. Yani yanlış dahi olsa şükretmek yerine, doğruyu savunmaktan, söylemekten asla vazgeçmemeliyiz. Son olarak ise sadece kendi menfaatlerimiz ve emellerimiz için yanlışı savunmaya değil, ülkemiz ve geleceğimiz için en doğru ve adaletli davranışı sergilemeye meyletmeliyiz. Aksi taktirde Demirel’in muhtacız dediği 70 Cent’e sahip olmak şöyle dursun, sahip olmayı hayal dahi edemeyeceğiz.