EKONOMİK KRİZLER KADER DEĞİLDİR!
Ekonomik krizler ve bununla ilintili sorunlar, güçlükler, belirsizlikler birer sonuçtur; hayatı, toplumu, bireyi, endüstri merkezli devinen birer araç haline getirmenin patlayışıdır.
İlk insan tarlaya sınır çizdiğinden beri, ilk hasat için kendine depolar inşa ettiğinden günümüze ekonominin ölümcül vuruşu insanlığın boynundan hiç eksik olmadı. İnsanın doğayı kendine pay etmesi ile kötülük yaygın şekilde kök saldı.
Egemenler, iktidar, erk, güç sahipleri tüm yerüstü ve yer altı kaynaklarını nikâhlarken sınıfları var ettiler; ezen ezilen gerçeği dünyanın uydusuna oturtuldu. İşte bu kötülük; sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık, hak gaspları atalarımızdan miras olarak bizlere devir edildi.
“Ekonomik büyüme” propagandası ile kuralsız çalışma, şuursuzca tüketim, istifleme, artırma ve ekonomik çıkarcılık pratiği gerçekleşmektedir. Yaratılan ekonomik şekillenmenin boğuculuğuyla yeryüzü ve yaşamın tüm alanları çıkılmaz haldedir.
Ekonomi merkezci bu anlayış doğası gereği bireycilik, bencillik, çıkarcılık, fevri kurtuluşçuluğu yüceltmekte; beraberinde etik birikimleri, mitolojiyi, estetiği ve toplumsal yaşamı boca etmektedir.
Ekonomik kötülük insan eliyle ekilmiştir, insan niyetiyle beslenmiştir ve insan zihniyetiyle büyütülmektedir. Ekonomik savaşlar, ekonomiye dair kaygılar ve iktisadi sorunlar kader değildir, doğal da değildir.
Mevcut ekonomi modelinde zenginleşme ile fakirleşme” arasındaki makas her gün genişlemektedir; küresel boyutta gıda, enerji, su krizlerine dair emareler ve belirsizlikler çoğalmakta; göçler artmakta, bölgesel savaşlar sürmekte, canlı varlıklar ve doğa yok oluşa mahkûm edilmektedir. “
Ekonomi insan, doğa, temel ihtiyaç odaklı şekillenmedikçe; ayrıcalıklı sınıflar, bazı toplumlar ve hatta belli karasal parçaların arzusuna göre dizayn edildikçe; yeryüzü acının, şiddettin, öfkenin, yoksulluğun ve kibrin boylandığı kötülük tarlası olarak kalacaktır.
Yeryüzü kaynaklarının tabiatı ve masumluğu esas alınmalı; evrenin kaynakları zorunluluk dışında tüketilmezse açlıktan, susuzluktan, yokluktan ölümler olmayacak veyahut en az görülecektir.
Sadece Amerika’da obeziteye, cerrahi estetiğe, tüketim reklamlarına ayrılan bütçelerle yeryüzünde açlıktan ve susuzluktan ölen çocuk ölümlerinin son bulabileceği bilinmektedir.
Gerçek yaşamı, üretimi ve insan yararını esas alan bir zihinsel paradigmaya yöneldiğimizde; ırkçılık, sömürü, cinsiyetçilik, kültürcülük, çatışmalar, bölgesel ayırımcılıklar ve savaş gerekçeleri anlamını yitirecektir.
Etik anlayış, doğal yaşam, eşitlik ve demokratik bir ekonomik modelle işe başlanmalı; siyasal, sosyal, kültürel ve çevresel tüm politikalar ekosistemin değerler ile donatılmalı; toplumsallık, iyilik, doğruluk ve masumiyet esaslı hayat yolu döşenmelidir.
Tüm ekonomik çabalar insanlığın acılarını, yoksulluklarını azaltmalı sağlıklı ve güvenli bir geleceğe taşımalıdır.
Hepimizin sorumluluğu, sadece şu anda yaşayanları aşmalı ve bizden sonra gelecek nesilleri de kapsamalıdır.