Hepimizin Gizlenen Bahçeleri Var!
“Kar yığınları canlı tohumları öldüremez!” Halil Cibran
Sıkıntılarla parçalamış, acının kaderciliğine inandırılmış ve “şu anı” gözden çıkarılmış hayatsallığın buzullarında ince ve tedirgin adımlarla yürürüz hep. İnsanın kalbi uyanmadıkça ve vicdanın telleri titremedikçe, zihnin merkezince uyarılar alınmadıkça bu “sıratvari mecburiyet,” herkesi boğuncaya kadar nefessiz bırakmayı sürdürür.
İşte böyle anlarda, yani biçareliğe razı edilmeye başlandığında ve de kendimizi kötülüğün kölesi hissettiğimizde olumlu bir şeyler olacağına dair arzularımız da yükselir. Bilerek ya da bilmeyerek umutları kanatlandırırız.
Duygularımız boynunu eğip, acı içinde iç çekip korkmaya ve susmaya yelteniyorsa; duygularımız şelalenin beyazlığıyla ve okyanusun dalgalarındaki hızlı taklacı coşkusuyla çoğalmıyorsa neye yarar?
Ruhlarımıza can veren gizleri ve iyilikleri dünyasal değerlerle buluşturmuyorsak; sessizce ve konuşmadan hayatı geçiriyorsak karanlık bizi daha ne kadar saklayamaya dayanabilir ki? Beynin üretkenliği, özün istekle çırpınan kanatları; hayati hücreler güçlüce ve samimiyetçe biçimlenmeli; taşkınlık, çocuksu, istekli ve sevinç, rüzgarlara takılıp yeryüzüne dağılmalı.
Ay ile güneşin evrenselliği altında; hüzünlü, acı ve tatlı umutları, coşkudan kırılan ve yaralanan tüm duyguların buluşmasına tanık olmalıyız. Dikenler ve paslı tellerin ablukasından sıyıracak ve de “zindanca karanlıktan” uyandıracak canlı tohumlar gerçek benlikte sonsuzlaşmalı.
Güzelliklerin tohumlarını serpiştirdiğimiz yürekler neden bizi ürkütür? Neden bu yürekleri öcüleştirir ve neden onu küçümsemeyi acil görev biliriz? Bazen bizim için kurgulanmış ve kendiliğinden işleyen yasaları, kuralları, işleyişleri ve hayatın özünü altüst eden tüm zaman ikircikliklerini gecenin sükûnetinde de eritmek lazım. Tüm bu kötümserliklerle dalga geçmek, özgürlüklerce büyülenmek, elleri vicdanlarımıza daldırmak yaşam kapakçıklarına sürülecek en iyimser mutluluk değil midir?
Her şeyimiz, her kuşağın ve her çağın ilerleyişi denetlenir ve kısıtlanır oldu. Özgürlükler ilkesiz, sınıfsal ve tekçil olan kısırlığa boğduruldu. Üretken güçlerimiz ve eskiyle boğuşan irademiz süslü çarpıtmaların engeline çarpıp durur. Bizi bizden alan; çok uzaklara, çok eskilere, gözlerimizin göremediği, ufkumuzun tahmin yürütemediği; bizi ketum yapan, duygularımızı, düşlerimizi ve kalbimizi esir alan; bizle adeta alay edercesine yabancılaştırıldığımız dünyanın yaşamsal zerreciklerini içimize alamıyor olmak, ne büyük bir ızdırap!
Yaratıcı varlığı, yüceltici hisleri, tüm yaşamsal madenleri örtüp sarmalayan ve zırhlı kapaklarla gizlenen sesi yeniden uçurabiliriz. Yüce katları adımlayıp, gözden uzaklaştırılan ve bizden alınan tüm sevimli dilekleri ve ince ruhlu istekleri bağrımızda yeniden canlandırabiliriz. Kanatlarımızı kelepçeleyen, bağımsızlık uçuşlarımızı baskıyla unutturan, bakışlarımızı tek noktada körleştiren tüm surları dümdüz edebiliriz.
Karanlığın kulaklarına alevden parıltıyı fısıldayabiliriz. Gecenin yüzüne ve sessizliğine şafağın heyecanını anımsatabiliriz. Cesurca şakıyan hayatın canlı gözleriyle ve özgürlüğün hışırtısıyla karanlığın düzmece tüm kurgularını yıkıntıya uğratabiliriz. Böylece yıkık, dökük, harabeye dönüşmüş karamsarlıkların içinden çıkıp; dünyanın bütün sabahlarına, yeryüzünün tüm kıtalarına ve hayatın tüm mevsimlerine gülümsemeleri müjdeleyebiliriz.
İçimizdeki sanatla, edebiyatla, şiirle, felsefe ile ve tarihle uykucu tembellikten uyanıp; doğrulup, etrafımıza bakıp ve bize doğru gelmekte olan şölenle notaların gücünü seslendirebiliriz.
Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, yeni çığırlar açmalıyız. Ruhumuzun iradesi olan iyileştirici tanecikleri kocamanlaştırıp, içimizdeki hapishaneleri yıkmalıyız. Adaletin, barışın, dayanışmanın, eşitlik ve sevginin aleviyle özgürleşecek olan düşleri doğrultmak ve çığlığını yüceltmek lazım! Çünkü bizden öncekiler bunu yaptı…
Yararlanılan Kaynaklar:
Vadinin Perileri (Halil Cibran)
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (Marshall Bermaan)
Bilim ve Sanat (Nietzsche)