Yaşamın Kahramanları Defalarca Yanıldı!
Her çağın kendi aydınlanmacıları, her dönemin modernistleri, her coğrafyanın kendine özgü ilerlemecileri ve özgürlükçüleri; yaşadığı dönemin yetersizliklerini gören düşünürleri ve de mücadelecileri vardı. İyi ki varlardı bu bilgeler!
Belki insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği sürekli bir yenilenme ve eskitme mecburiyetinin yarattığı dinamizmdir. Sessizlik benimseme anlamına gelmiyor; insan yetinmiyor, kabullenmiyor. Bu bazen iyi tarafından bazen de kötü tarafından yaşama katkılarını gerçekleştirmektedir. Yoksa bu kadar doğru, devasa iyilik ama bunun karşısındaki bilinçli kötülük büyüyebilir miydi?
Yeryüzünün vahşet, dehşet ve inceden inceye kıyım yaratan her nefesi, yaşamın hikayesindeki yerini hep korudu ve bu böyle de sürecek. Belki de aşırı katılık, duygusuzluk ve yok edici güdüleri miras bırakan atalarımız bizde varlığını sürdürüyor. Böylelikle, “her şeyi kendine evirme” iç güdüsü bize kodlandı; ancak henüz bunu dönüştürecek evrim de olgunlaşmadı. Her şeyin başlangıç ve de bitişini gerçekleştiren süreçler doyuma ulaşmamış olabilir.
İnsan hükmetmek, kendine yeni alanlar kurmak, diğerlerine yeryüzünü dar etmek için tüm doğayı adlandırdı; birçok alana veya cisme tapınmacılık ve kutsallık atfetti. Ne olursa olsun bir şeyleri kendine pay etmek isteyen veya minnacık da olsa bir hakimiyete yönelen topluluklar, gruplar veya bireyler değişimleri ve de etkileri yapmak; yeni biçimler yaratmak zorundadır. Sanattan siyasete, ekonomiye, bilime, eğitime ve kamusallığa kadar uzanan tüm durağanlıklar insana kederi ve karamsarlığı hissettiren tüm yanılgıların özüdür.
Her şey kendi karşıtlığı veya zıtlığının çelişkileri ve muhalifliğin çarpışmaları üzerinden değerlenmeyi becermektedir. Kimse yaratmadığını anlamıyor, günümüz değerleri, “her şey yerine ya o, ya da buya” dönüşen bir paradoksa entegre olmuş durumda. Belki de en büyük “kör dövüşümüz” hakikat veya gerçekle buluşma zeminlerimizin ürkütücü veya günahkarlıkla adlandırılmışlığın yanılgısıdır. “Havanda su dövmek” kolayımıza geliyor.
“Var olan her şey gerçektir,” der; Jean Baudrillard. Ve şöyle sürdürür düşünür: “Gerçekleştiği anda ortadan kaybolmaya başlayan bir gerçeklik evreninin içinde yaşıyoruz.” Biliyoruz, kimse gerçekliği yok edemez ama “yaşadığımız çağın tüm hakikat, gerçeklik, erdem ve değerlerin özü mezarlığa terk edilmiş durumda.” Bunun için insan kendine yönelmek, yenilgileri hoş görüyle karşılamak, hayatın kendi yasalarını kabullenmek yerine kendine felaket tellallığı yaratma basitliğine yelteniyor.
İşte onun için insan özgür değildir; kendi türünün ve doğal yaşamın toplumsallığını öncelemeyi benimseme olgunluğuna ulaşamayan insan, kırılganlıkları engelleyemiyor, felaketlerden kaçamıyor. Baudrillard’ın deyişiyle; “kendi kendisinin rehinesi-tutsağı haline gelen insan kendi kendisinden nasıl kurtulacağını bilemez durumdadır.”
Aslında her şeyle, her sokakta, her bahçede, her iklimde, her şehirde veya her köşede tarihle ya da gerçekle yüz yüze geliriz. Sadece algılar ve yanılsamalar ya da ön yargılar görüş açımızı perdeler; bizim kavrama kapasitemizi kısırlaştırır. Çünkü tüm analitik veya duyusal özümüz düzmece yargılarla olumsuzlaşmıştır. Nerede olduğumuzu bilmeyi esas almalıyız. Çünkü olduğumuz yerden başlamamız gerektiği ayan beyandır.
Tüm çelişkilerin kenarından değil, içine ve de derinine dalarak; kendimizi, var oluşumuzu, özgürlüğümüzü ve insancıl benliğimizi ortaya koymaya giden bağlar yücelebilir. Böylelikle ihtiyacımız olan yegâne birikim, içsel enerjimiz, varoluşsal arzularımız, eleştirel ya da aykırı ruhumuzla buluşmamız gerçekleşebilir.
İnsanın elinde bir küre ve bu kürede sonsuz bir boşluk; tüm duyguların, tüm özgürlüklerin, barışın, her düşüncenin, tarifsiz mutluluğun, yaratıcılıktaki muhteşem gücün, heyecan ve coşkuların buluşacağı geniş yer burası. Sonsuz ve sınırsız bir tasarım bu; içinde her gün canlanan sevgiler, iyileştirici düşüncenin yüceldiği, zengin kokuların ve çoklu hüzünlerin çocuklaştığı, misafirperver güzelliklerin kabardığı bir küre bu.
Hiçbir şey kendi başına ışık saçamıyor. Steinbeck; “renkli çiçekler, aralarına beyazdan çiçek eklendiğinde daha canlı görünür,” der. Her varlık çoklu ve ikili ilke üzerinden, hem de ölümcül bir mücadele ile var oluyor. Yaşamın ve dünyanın kendiliğinden bir eksiği var mı sizce? Evrendeki her şeyi cesede, içsel çürümüşlüğe, duraksamaya, acımasızlığa ve cansızlığa itme girişimlerine rağmen hayatın yasaları direnmeyi sürdürüyor.
İnsanlığa çağrımız olmalı; ümit yaratan düşlerimiz canlanmalı. Koca yüreklerimiz, canlı zihinlerimiz çoğalmalı, kararlı ve de direngen olan bakışlarımız ışıldamalı. Özgürlükten ürkmeyen, bilgiden sakınmayan, içinde yatan cevherden kaçmayan, buzullarda yaşam sevinci üreten ve kendini keşfeden masumluk zirve yapmalı
Cesur, adil, iyi ve de basit yaşamayı seçebiliriz. Unutmayalım yaşamın kahramanları defalarca âşık oldu, defalarca yanıldı, defalarca esir düştü, defalarca heybetle göğün üzerinden atladı. Hayatın kahramanları, defalarca gönüllü olarak hakikatin dağlarından yuvarlandı; ama yükseğe çıkmaktan asla vazgeçmedi.
Kaynaklar:
Cennetin Doğuşu (John Steinbeck)
Felsefenin Tesellisi (Alain De Botton)
Bilim Ve Felsefe (Nietzsche)
Şeytana Satılan Ruh (Jean Baudrillard)