AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ’NE GÖRE ADİL YARGILANMA HAKKI (2)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, suç işleyen bir şahsa, işlenen suçun vasıf ve mahiyetine göre bir suç isnat edilir. Suç işleyen şüpheliye isnat edilen suçun ne olduğu bildirilir. Şüpheli isnat edilen suçla ilgili olarak, isnat edilen suçtan dolayı, suçun maddi ve manevi unsurları yönünden, isnat edilen suçu işleyip işlemediği konusunda bir inceleme ve değerlendirme yapar. Gerekli inceleme ve değerlendirmeyi yaptıktan sonra, Cumhuriyet Savcılığınca şüpheli hakkında soruşturmaya başlar. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda önce deliller toplanır, şüpheli hakkında dava açılmasını gerektirecek yeterli ve inandırıcı delil varsa inceleme ve değerlendirme yapılır ve dava açılır. Şüpheliden soruşturmaya başlanmak suretiyle delile ulaşılmaz.
Şüpheli hakkında isnat edilen suçla ilgili Cumhuriyet Savcılığı’nca soruşturmaya başlandıktan sonra suçun vasıf ve mahiyetine göre mümkün olan en kısa sürede, şüpheli hakkında dava açılır. Ülkemizdeki uygulamalara bakıldığında, şüpheli tutuklandıktan uzun bir süre kendisine isnat edilen suçun ne olduğu bildirilmemektedir. Bu durum bazen aylar ve yıllar sürmektedir. Şüpheliye isnat edilen suçlamanın bildirilmemesi başlı başına bir hak ihlali oluşturmakta ve Adil Yargılama gerçekleşmemektedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.maddesi "Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı dilde ve ayrıntılı olarak haberdar olmak" şeklinde bir düzenleme getirmiştir.
Ülkemizde yapılan yargılamalar sonucu verilen bir çok karar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ülkemiz aleyhine hak ihlali olduğunu tespit etmekte ve bu nedenle ülkemiz tazminata mahkum edilmektedir. Bu konuda, Rusya'dan sonra ikinci sıradayız. Bu kararları veren hakim ve savcıların kafasını iki elinin arasına alarak bir özeleştiri ve vicdan muhasebesi yapması gerektiğini düşünüyorum. Neden ve niçin böyle hak ihlali kararlar veriyoruz diye? Ayrıca ülkeyi yöneten siyasi otoritenen de bu konuda, neden mahkemelerimiz böylesine hak ihlali kararları veriyor diye, bir sorumluk anlayışı içinde yargının bağımsız olması yönünde yeni düzenlemeler getirmesi gerekir. Zira; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş bulunduğu hak ihlalleri kararlarından dolayı ödenen tazminatlar nedeniyle yetim hakkı, daha doğrusu kul hakkı yenildiğinin unutulmaması gerekir.
Şu hususu da belirtmekte fayda vardır. Anayasamızın 153.maddesi,"Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve gerçek ve tüzel kişileri bağlar," şeklinde bir düzenleme getirmiştir. Diğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46.maddesi kararların bağlayıcılığı ve uygulanması başlığı altında "Yüksek Sözleşmeci, taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme'nin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler" şeklinde bir düzenleme getirmiştir. Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olan ülkemiz, Anyasamızın 90.maddesinde yapılan düzenleme ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymayı kabul ve taahhüt etmiştir. Bu itibarla, gerek Anayasa Mahkemesi ve gerekse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymakla yükümlü olduğundan, verilen bu mahkeme kararlarına uyması, hukuk devleti ve demokrasinin gereğidir. Bu kararlara uyulmaması durumunda ne Hukuk Devleti ve ne de demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Yargılamanın yasaya uygun yapılması ve adaletli karar verilmesi için, hakim ve savcıların, meslek bilgisi ve ehliyetine, hukuk nosyonu ve formasyonuna sahip olması, önüne gelen bir hukuki sorununu çözmesi için gerekli olan araştırma ve inceleme yapmasını, bilgi birikimine sahip olması, hukuki mesele hakkında doğru ve adaletli karar vermesi için kapasitesi ve muhakeme gücüne sahip olması gerekir. Bu özellik ve niteliklere sahip olmayan savcı ve hakimlerle adalete ulaşmak mümkün değildir. Bu itibarla, önce hakimlerin ve savcıların belirtmiş bulunduğumuz özellik ve niteliklere sahip olması gerekir. Zira mahkemelerden öylesine yasa ve hukuka aykırı kararlar çıkmaktadır ki bu kararları incelediğimizde, değil mum ışığıyla, güneş ışığı ile adalet arasan bile bulamazsın?
Bütün bu açıklamalarımızdan sonra şu hususun altını çizmem gerekir. Anayasada yargının bağımsız olması hakimlerin tarafsız olması elbetteki önemlidir. Ancak yazılı metinlerdeki bağımsızlık ve tarafsızlık yetmez. Yargılama yapan hakimler, önüne gelen uyuşmazlığı, objektif olarak ele almalı, dosyadaki delilleri iyi incelemeli, yasa ve hukuka uygun yargılama yaparak hakkı ve adaleti gerçekleştirecek bir şekilde karar vermelidir. Demek istediğim o dur ki uygulamada verdiği kararlarla bunu göstermelidir. Zaman zaman mahkemeler tarafından verilen kararlar eleştirilmektedir. Yanlış, yasa ve hukuka aykırı kararlar elbetteki eliştirilmelidir. Deniliyor ki, eleştirilerle yargıyı yıpratmayalım. Bu anlayış doğrudur. Ancak, önce mahkemeler verdikleri kararlarla yasa ve hukuka uygun ve vicdanları rahatlatacak karar vermeli ki yargıya inan ve güven şahıslarda ve toplumda oluşturulmalıdır. Verilen kararlardan dolayı inan ve güven oluşturulmadığı taktirde, yanlış, yasa ve hukuka aykırı karar veren hakimler yargıyı yıpratır. Böyle olunca da başka suçlu aramaya gerek yoktur.
Son olarak şunu belirtmem gerekir. Bir ülkede yargının bağımsız olması, hakimlerin, savcıların ve siyasi otoritenin, Demokratik Hukuk Devleti anlayışını içselleştirmesi, bu anlayışını zihnine ve gönlüne yerleştirmesi gerekir. Demek istediğim odur ki verilen kararlar da hak ve insan sevgisi olmalı, vicdan muhasebesi olmalı, yasa ve hukuk olmalı, haklı hakkına kavuşmalı, haksız olan cezalandırılmalı, ("Adalet herkese hakkını vermektir. Justinian") Bu anlayışla yargılama yapılır ve karar verilirse adalete ulaşılır. Aksi takdirde, yargı bağımsızlığı, hakim ve savcıların tarafsız olduğu yolundaki yazılı metinler soyut bir kavram olmaktan öteye gitmez. İşte o zaman, ne yasaya, ne hukuka ve ne de evrensel hukuk kurallarını uygun kararları bulmak mümkün olmadığı gibi, ne adalete ulaşılır ne de yargılama Adil olur.!